ABDURRAHMAN HALİSİ TABÂNÎ KERKÜKÎ (KS)
Osmanlı Devletinde; Hicri 1212, Miladi 1797 yılında IRAK-Kerkük’de Talaban köyünde dünyaya geldi. Babası, Ahmet Talabani (k.s) dir. İlk tahsilini babasından almış, daha sonra medrese tahsilini babasının emri üzerine, Süleymaniye ve Bağdatta tamamlamıştır. Zamanın büyük âlim ve velilerinden icazet almıştır. İlmi icazetini Bağdat’ta Abdurrahman
Ruzbahani’den aldıktan sonra, Kerkük’e dönerek babasının hizmetinde bulundu. Tarikat-ı âliye-i Kadiriyye’ye süluk edip babasının terbiyesi altında mücahede, riyazat, ibadat ve taatle meşgul oldu. Daha sonra Berzenci Seyyidlerinden Şeyh Maruf Köse’nin hizmetinde bulunmuş, her iki şeyhden de hilafet hırkası giymiş, kendisine “Zülcenaheyn”denilmiştir.
Gençlik zamanlarından itibaren velayetin alametleri üzerinde apaçık hissedilirdi. Hareket ve sükûnet anlarındaki olgunluğu, meclislerdeki üslûbunun edebîliği Ahlakının kâmilliği ve sözlerinin hikmetli derinliği, ondaki manevî hale delalet ederdi. Berzenci seyyidlerinden Şeyh Maruf Köse (k.s) Hazretleri, Şeyh Ahmed Talabani (k.s) Hazretleriyle sıkı dostluğu olan irşad sahibi bir şeyh-i kâmildi. Sık sık Şeyh Ahmed (k.s) Hazretlerini ziyaret eder, uzun uzun sohbette bulunurlardı. Bir ziyareti esnasında Hazreti Şeyhe şöyle bir sual yöneltti: Ya Şeyh! Cenabı Hakk’ın size ihsan buyurmuş olduğu on bir tane evladınız var. Acaba bunların zekâtı lazım gelmez mi? Şeyh Hazretleri onun bu manidar sualindeki niyeti anlayıp şöyle cevap verdi: -Evet, Şeyh Abdurrahman müstesna olmak üzere, evlatlarımın tümü emrinizdedir.
Bunun Üzerine Şeyh Maruf: “ Ya Şeyh, esasen matlubumuz Abdurrahman’dır. Onu kendimize manevî evlad edinip uhdemize almak isteriz, der. Bu hususun bir manevî işaret olduğunu da İfade eder. Şeyh Ahmed (k.s) Hazretleri asla imtina göstermeyip Şeyh Abdurrahman’ı (k.s) Şeyh Maruf Köse’nin (k.s) hizmetine teslim eder. Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretleri, uzun bir zaman Şeyh Maruf (k.s) Hazretlerinin yanında kalır. Sohbetlerine devam ederek ilminden ve feyzinden istifade eder. Her geçen gün manevî derecesi daha da yükselir. Şeyh Maruf Köse (k.s) Hazretlerinin vefatına kadar da ibadete, zikrullah’a ve onun sohbetlerine devam eder. Şeyh Maruf (k.s) Hazretleri ömrünün sonuna doğru bir hastalığa yakalanır. Hastalığına çare bulunamayınca Berzenci seyyidlerinden bir grup âlim ve fazıl kişiyi toplayarak, onların huzurunda hilafet hırkasını Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretlerine giydirip tarikinden icazet verir, makam-ı irşada tayin eder. Huzurundaki İnsanlara da şunları söyler: “Siz şahit olunuz. Cenabı Hakk’ın bu zayıf kuluna ihsan etmiş olduğu
fuyûzât-ı İnsâniyye’yi ve metrûkât-ı zahiriyye’yi kâmilen mânevi evladım Şeyh Abdurrahman’a tevdi eyledim. Sizler de bu zatın dünyada ve ukbâda muvaffak olması için dua ediniz. Şeyh Maruf (k.s) Hazretlerinin vefatından sonra tekrar babasının hizmetine avdet etmişlerdir. Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretleri vaktinin bir kısmını Talaban’da, bir kısmını da Kerkük’te geçirmekteydi. Muhterem babası Ahmed Talabanî (k.s) Hazretlerinin vefatı üzerine müridanın irşâdıyla meşgul olmak üzere Kerkük’e yerleşmiş, kardeşi Şeyh Muhammed Arifi de (k.s) Talaban’a göndermişti. Bundan sonra Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretleri, kardeşlerinin her birisini kulların irşadı için değişik yerlere göndermiş, onlar da İslam’ın
yayılıp Nur-ı Muhammed’in gönüllerde yerleşmesi için ruhen ve bedenen gayret sarf etmişler, canlarını ve mallarını ALLAH yoluna koyup vazifelerini sadıkane yerine getirmişlerdir. Kadiri tarikatının Halisiye kolunun kurucusu olup, Kadiri tarikatında, seyrü süluk, Kelime-i Tevhid ve İsmi Celale kasr etmek suretiyle yeni bir içtihat ve usul tesis etmiş, Bu münasebetle Tarikat-ı Kâdiriye’de “Halisiyye” namıyla bir şube meydana gelmiştir. Yetiştirdiği halifeleri ile İslamın yayılıp Nur-i Muhammedi’nin gönüllerde neşvü nema bulması için ruhen ve bedenen büyük gayret sarfetmişler, canlarını ve mallarını Allah yolunda harcamışlardır. Hayatlarında Kadiri tarikatı dünyanın her tarafına yayılmış, birçok tekke ve dergâh açılmış, Nitekim Irak bölgesinde sayılamayacak kadar çok dergâhı, halife ve müridanı vardı. Osmanlı topraklarında Anadoludan Türkistan’a, Çine, Afganistan’a, Herat, Hindistan, Hicaz, Mısır, Filistin, Yemen, Suriye, İran ve Horasana kadar birçok yerde tekke ve dergâhları ile insanlığın hizmetinde bulunmuş derviş ve halifeleri yetiştirmişti. Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretleri, meclisine gelen kimselere hep aynı nazarla bakardı. Onun müntesipleri arasında meczup İnsanlardan velilere, halk tabakasından paşalara kadar pek çok İnsan vardı. Sultan Abdulmecid’in haremi Sultane Hatun, gördüğü rüyaların tesiriyle Şeyh Hazretlerinin müridesi olmuştu. İstanbul müzelerinde saklı bulunan bir
Buhâri-i Şerif kitabına kendi mührünü basıp başka hediyelerle birlikte Kerkük’e gönderdi. Ayrıca irâde-i seniyye ile Hazreti Şeyhe yüz kuruşta aylık bağlandı. Abdurrahman Halis (k.s) Hazretleri, bunu muhtaç olanlara dağıtırdı. Hatta cemaziye’l-âhir 1262 tarihli irade-i seniyye de bildirildiğine göre Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretlerinin postnişin bulunduğu Gavsiyye hanigahının fakirlere ve yolculara açık bulunması, her akşam tekkede birkaç yüz derviş ve seyyahın eksik olmaması anlaşılmış olduğundan Bağdat’ta Şeyh Abdûlkâdir Geylâni (k.s) Hazretlerinin vakfı artığından beş yüz kuruş da Şeyhin emrine tahsis edilmişti. Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretleri, kardeşlerini insanların irşadı için değişik yerlere gönderdikten sonra kendisi de zamanının bir kısmını Kürk köyünde, bir kısmını da Kerkük’te yüce ecdadının bina ettiği tekke de geçirmekteydi. Uzaktan ve yakından İnsanlar akın akın gelip Hazreti Şeyh’i ziyaret etmekte, sohbetlerinden istifade edip feyziyab, intisap ve inabe ile Tarikat-ı aliyye-i Kâdiriye şerefine mazhar olmaktaydılar.
Bağdat’taki Haydariye Seyyidlerinden Haydarizâde İbrahim Efendi, “Tasavvuf risalesinin dördüncü nüshasında Şeyh Abdurrahman Halis Talabani (k.s) Hazretleri hakkında kısmen sadeleştirip özetlediğimiz yazıda şöyle diyor: “Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretleri, âlemi bir güneş gibi tutan evsaf-ı Muhammediye’den tamamıyla ve kâmilen nasip dar
olmuş ariflerin büyüklerinden idi. Bu cihetle sofilere mahsus yüceliklerle meşgul oldukları zaman himmetinin ve ruhâniyetinin âlîlikleri o kadar yükselirdi ki, lisan onun hakikatini beyan etmekten aciz kalırdı. Fevkalade kâmil bir mertebeye, ikram ve saygı gösterilen yüce bir makama vasıl olmuştu. Yaranıyla sohbet ettikleri zamanlarda gayet hoş
sözlü, tatlı dilli ve karşısındakinin sözüne ve vicdanına hürmetli idi. Ahlakî düsturlar ile amil olduğu her hal ve tavrından belli olurdu. Her sabah ve akşam Tekkeye geldiklerinde muhakkak orada bir kaç yüz tane Müslim veya gayr-ı müslimden muhtaçlar bulunurdu. Hatta bir gün o fakirlerin arasında bulunan bir Mecusi seyyah kendi inancına mahsus
olan ayinini icra etmekteydi. Bu duruma şahit olan bazı müridan, müdahale etmek istemiş ise de Hazreti Şeyh, katiyetle onları men eylemişti. Hazreti Şeyh’in bu müsamahalı hareketinden sonra Mecusi Müslüman olmuştu.
M-Sefa 2021 - Kadiri Tarikatı