Allahü Teâla hiçbir kavmin halini değiştirmez. Taa, onlar kendilerinden bir değişiklik yapıncaya kadar. Söylediğiniz hiçbir işi yapmadınız. Birçok işler yaptınız; fakat ihlas sahibi olmadınız. Akıllı olunuz. Hak Teâlâ’nın azameti önünde edepli durunuz. Halinizi kuvvetlendiriniz. Hakikat alemine eriniz. Hak Teâlâ’ya dönünüz. Ve tefekkür sahibi olunuz. Bugün içinde bulunduğunuz hâl öbür alemdi sizi kurtaramaz. Siz nefislerinize karşı cimri davranmaktasınız. Eğer öyle olmasaydı, ona yarayan şeyi temine çalışırdınız; ahrette onu kurtarmaya yarayacak şeyleri şimdiden verirdiniz. Halbuki siz daima geçici şeylerle meşgul oldunuz. Bu yüzden devamlı kalacak şeyler elinizden çıktı. Mal toplamayı, kendinize ve çocuklarınıza sahip olmayı kalbinizden atınız. Yakında onlarla aranıza açıklık girecek. Dünyalık olan geçici şeyleri bir yana at. Halka azizlik satma. Halka büyüklük satmak neye yarar? Büyüklük satanları halk pek sevmez. Sonra, bir afete düşersen tutup kaldıran olmaz. Kalbin şirkle beslendi. İlahi kudret hakkında şüpheler besliyorsun. Ve onu itham ediyorsun. Onun kudretine taarruz etmek sana yakışmaz; yapma. Bu, halinle görülüyor; olmaz… Hakka karşı tutumun değişirse salih kulların kalbi sana karşı öfke ile dolar, köpürür. Büyüklerden biri zamanın haline göre çarşıya çıkmazdı. Çıkmaya mecbur olduğu zaman bir örtü ile kapatırdı. Yavrusunun elinden tutar, çarşıya çıkardı. Sebebi sorulunca şöyle anlatırdı : Allah’a isyan bayrağını çeken ve onun iyiliğini inkara kalkan kimseleri görmek istemiyorum. O zat bir gün yine çıktı. Gözlerini açmıştı. Korktuğu şeyleri gördü, düştü bayıldı. Çünkü yapılan işler küfür ehlinin yapacağı işlerdi. Allah’a nasıl kulluk edilmez? Ona nasıl şirk edilir? Kullara nasıl köle olunur? diyerek üzülürdü. Siz her gün onun nimetini yemektesiniz. Ama inkar haliniz gene üzerinizde. Siz bunu anlamıyorsunuz. Her gün küffarla sofralar kurarsınız. Onlarla oturur eğlenirsiniz. Çünkü kalbinizde iman nuru kalmadı. Hak için bir gayrete sahip değilsiniz. Tevbe ediniz. Hatalarınızın bağışlanmasını talep ediniz. Hak Teâlâ’dan utanınız. Utanç elbisesini giyiniz. O’nun huzurunda tertemiz kalbinizle durunuz. Dünyanın haram ve şüpheli şeylerini terk ediniz. Daha sonra lüzumu olmayan mubah şeyleri de bir yana atınız. Ömrü boşa gideren kötü arzulara kapılmayınız. Boş yere yemek ve yersiz, aşırı duygular peşinde koşmak, insanı Hakk’ı anmaktan alıkoyar.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Dünya iman sahibi için zindan sayılır.” Zindanda yatan adam hiç ferahlık duyar mı? Yüzünden sevinçli olsa bile kalbi sızlar. Dışından sevinçli gibi durur. Ama içi afet ve bela ile parçalanır. Belki yabancıların yanında gizler, ama halvete çekildiği zaman sızlanır. Dışında elbise vardır; onun altı keder yarası ile doludur. Tebessüm gömleği ile iç âlemini perdeler. İşte bu yüzden Hak Teâlâ meleklere bu kulu över. Nur parmakları o kula uzanır ve kutsî bir ses meleklere şöyle hitap eder: “İşte benim asıl kulum budur.” Bu bahadır kişi, dinin kahramanı olur. İlâhî varlık onu sever ve över. Büyük insanlar Hakk’a sabra alışıktır. O’nun hükmü icabı gelen afet acılarını seve seve tadarlar. Bunu yapmakla sevilmek dilerler. Zaten, “Allah Teâlâ sabırlı kulları sever.” (Âl-i İmrân, 3/146) âyet-i celilesi bu mânaya gelir. Sen bir darlığa düşersen sevildiğin içindir. Her ne zaman ki, emri tutar, yasaktan kaçarsın, o zaman
sevgin artar; hem sever, hem de sevilirsin. Başına gelecek bazı darlıklara sabırla karşı çıkarsın. Hakk’a karşı yakınlık nurun çoğalır. Bazı büyükler şöyle konuşurlardı: “Allah kuluna azap etmez; yalnız imtihan kabilinden bazı afetler gönderir ve onun sabrını dener. Peygamber (s.a.v) Efendimiz bazı hadîs-i şeriflerinin sonuna şu cümleyi eklerdi: “Sanki dünya hiç yok
ve sanki âhiret de sonsuz…” Ey dünyayı seven ve ona talip olan, yaklaş bana… Dünyanın kötü yönlerini görmüyorsun. Yanıma gel, sana onun ayıplarını anlatayım. Hak yolunu sana göstermek ve seni yalnız, Hakk’ın vechini dileyenlerin safına katmak istiyorum. Sizler heves peşindesiniz. Ciddî meseleleri ele aldığınız yok. Doğruyu bulmak istiyorsan nefsinle cihad et. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Yolumuzda çalışanlara hidayet yollarımızı uçarız.” (el-Ankebût, 29/69)
Yine buyurdu: “İlâhî emirlerin yerine getirilmesine yardımcı olursanız, Allah da size yardımcı olur ve dizlerinize kuvvet verir.” (Muhammed, 47/7) Nefsi kolay işlere koşma, ona itaat etme; iflah olursun. Nefsin yüzüne gülme. Sana bin kelime söz etse ancak birine cevap ver. Ancak bu yolda iyiye döner ve iyi kanaat hâsıl olur. Nefis, maddî arzulara dair bir şey dilerse iptal et. Onun isteğini tehir eyle ve ona, “Sabırlı olursan öbür âlemin güzelliği senin içindir.” de.
Nefse, arzusunun yerine gelmemesi acı gelir. Bu acıya dayanırsa iyilik bulur. Sabırla nefsi sabra yöneltmeye çabalarsan İlâhî tecellilere mazhar olursun. Çünkü bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Allah sabredenlerle beraberdir.” (el-Bakara, 2/153) Nefsin tüm işleri şerdir. Onun ne sözünü, ne de işini kabul et. Ancak, iyi tetkik ettikten sonra kabul edebilirsin. Nefsin sualine cevap vermen gerekse, muhalefetle cevap ver. Nefse muhalif olmak, onun yararınadır. Nefis Celâl sıfatının tecellisine mazhardır; en çok onda bu tecelli görülür. Ama Hak Teâlâ onu sevmez. O’nun sevdiği daha çok Cemâl sıfatının tecellisidir. Bu sebeple iki tecelli bir arada olmaz. Bilinmelidir ki, dünya âhiretten evvel gelir. Dünya bittiği an öbür âlem başlamış sayılır. İkisi bir arada yürümez. Nefisle dost olan Hakk’ı kaybeder. Âhireti unutup dünyaya dalan, âhiret âleminden nasip alamaz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Bir kimse, dünyayı
severse âhiretini yitirmiş olur, âhireti sevecek olursa dünyayı yitirmiş olur.” Sabra alış. Sabra tam alışan, hâline razı olur. Fâni varlığını sabırla iyileştirir. Fena -yokluk- hâlin tam olunca, kötü şey bulamazsın. Her şey iyi olur. Hoş gördüğün şeyleri översin, bu hâlin şükür olur. Uzak kaybolur, yakınlık gelir. Şirk kaybolur, tevhid âlemi açılır. Halk arasında zararlı şey bulamazsın. Her şeyi Hak’tan bildiğin için halkın faydasını da bilemezsin. Birbirine zıt olan iki şeyi seçmen kabil olmaz. Bu âlemde her şey aynıdır ve eşittir. Bütün kapılar bir olur. Gözüne tek yön görünür; o da, Hak Teâlâ… Bu âlemi halkın çoğu bilemez. Bunu bilmek az kişinin nasibidir. Milyonlarda ancak bir tane. Zaman biter, nefesler tükenir, bu âlemi tam mânası ile bilen, sezen ancak bir kişi, bir tane çıkar.
Ey evlat! Çalış; şurada, Hakk’ın önünde ölmeye bak. Varlığını ona bırakmaya koyul. Şu anda, ruhun bedeninden çıkmadan önce manevî ölümü bul. Fâni, kötü hâllerini yok eyle. Tam bir marifet ehli ol. Kötülüğünü sabırla öldür; nefsine muhalefet eyle, onu öldür. “Bu nasıl olur?” deme. Sonu çok iyidir. Sabrın da zamanı geçer. Sabır âlemi nihayete erer. Fakat şunu iyi bil ki sabrın sonu çok iyidir ve mükâfatı bakidir. Bir zamanlar ben de çok güçlükle karşılaştım, fakat sabrettim. Gördüm ki, sabrın sonu çok iyi. İrademi öldürdüm; Hak beni diriltti. Kendimden geçtim; sonra bana Hak ayıklığı geldi, varlığa erdim. Onunla helak oldum ve onunla diriliğe geçtim. Kendi arzularımı tatmin etmeyi bıraktım. Arzu ettiğim şeyi yapmayı terk ettim. İşte bugünkü hâlim ondan hâsıl oldu… Kader eli beni çeker oldu. Hak iyiliği
bana yardım etti. Fiil tecellisi beni harekete geçirdi. Gayret-i ilâhiye beni bütün kötülükten korudu. İlâhî irade beni öz varlığına itaat ettirdi. Ecel dili beni Hakk’a takdim etti. Aziz ve Celil olan Allah, beni yücelere çıkardı. Yazık sana, benden kaçmaktasın. Senin otağını ben esirgiyorum. Yerin katımdadır, saklıyorum, aksi hâlde helak olursun. Ey cahil zavallıcık, hacca benden başla. Bana gel, sonra Kâbe’ye git. Haccın kapısı benim. Bana gel, haccın yolunu, erkânını sana anlatayım, öyle git. Haccetmek nasıl olur, sana öğreteyim. Sana sözler öğreteyim; onunla Kâbe’nin Sahibi’ne hitap eyle. Hâlinizi iyi düşünün, şimdi belli şey yok; yarın toz kalkar, kimin atlı ve kimin yaya olduğu görülür. Ey siyaset adamları, yerinizde oturunuz. Aklınız varsa bana koşunuz. Allah tarafından bana kuvvet verilmiştir. İlâhî emir tekellüfünden beri olan yoktur. İlâhî âleme geçmiş olanlar bile, bu kalıpta durdukça mükelleftir. Size verilen emir, onlara da verilmiştir. Sizin yasak edildiğiniz şey, onlara da yasaktır. Onlar bütün emri eksiksiz yerine getirirler. Bu sebeple onlar, size nasihat etmek için vazife almışlardır. Onlar, kendilerine emanet edilen şeyi yerine getirmeye çalışırlar. Burası hikmet âlemidir. Her yapılan iş bir hikmete mebnidir. Çalışınız. Kudret âlemine çalışmakla geçilir. Dünya hikmetlerle doludur; âhiret ise kudret âlemidir. Hikmet için birtakım âlet ve sebepler gerekir. Kudret için âlete ihtiyaç yoktur. Kudret, ancak Hakk’ın fiil tecellisi ile olur. Allah her şeye kadirdir. Sebepsiz hikmetler yaratabilir. Ancak kudret âlemi ile hikmet âleminin ayrılması için bunları yapar. Âhiret âleminde her şey sebepsiz hareket eder. Burada konuşmak için dile, dişe ve havaya ihtiyaç vardır. Orada duygular dilsiz ve dişsiz konuşur. Çünkü tekvin sıfatı tecelli eder. İlâhî kudret kendisini gösterir. Orada duygularınız, hatalarınızı anlatırken sebeplerin dili tutulur. O gün bütün sırlar faş olacak, perdeler açılacak ve yıkık viraneler meydana çıkacak. Bu isteseniz de, istemeseniz de olur. Kaçmak ve kurtulmak olmaz. O gün cezalar kesilir. Cehenneme, kalplerini günahlarla üşütenler girer. Bugün kitabınızı fikir dilinizle okuyunuz. Kötülüğü görürseniz tevbe ediniz. İyilik bulursanız şükre koyulunuz. İsyan kitabınızı yakınız, satırlarına tevbe eli ile vurunuz.
Ey evlat! Elimde tevbe ettin. Benimle sohbet ettin. Bu arada sana birçok öğütler verdim; fakat faydalanmadın. Bunda benim ne suçum var? Sohbetin ve tevbenin sana ne zararı olur? Daima işin dış cephesini kolladın; iç âlemine bir türlü geçemedin. Benim tam sohbetimi dileyen, sözlerimi iyi dinler ve gereği ile amel eder. Ey evlat! Haram yemek kalbini öldürür. Helâl yemek ise varlığına can katar. Bir lokma vardır, kalbini karartır. Bir lokma vardır, derununa nurlar saçar. Bir lokma vardır, yeyince dünyaya dalarsın. Bir lokma vardır, yeyince bu âlemin ötesine geçersin. Ama bunlardan daha üstün bir lokma vardır ki, onu yiyen dünyayı da âhireti de bırakır. İşte bu lokma seni tabiatın Yaratıcı’sına ulaştırır.
Haram yemek, seni dünya ile uğraştırır, hataları sevdirir. Mubah olan şeyleri yemek, kalbi âhiret âlemine iter ve tâatla meşgul eder. Helâl yemek ise, Yaratan’a yaklaştırır. Bu yemekler irfan duygusu ile bilinir. Hak Teâlâ için kalbinde irfan duygusu taşıyanlar, bunu benliklerinde sezerler. Marifet kalpte olur. Defter ve kitaplarda olmaz. Bu marifet duygusunu Hak Teâlâ verir. Kullar veremez. Bu duygunun kalbe yerleşmesi için Hakk’a ibadet etmek gerekir. Doğru olmak ve doğruluğu tasdik ettirmek irfan duygusunu arzulayan için çok önemlidir. Ayrıca fâni varlıkları kalpten atmak en
lüzumlu bir iştir. Sen, yalnız yemeyi, içmeyi vb. kötü arzularını tatmin etmeyi düşünmektesin. Bu durumda sana irfan
sahibi olmak nasıl nasip olur ki? Kaldı ki, yediğin ve içtiğini nereden temin etmek zorunda olduğunu bilmez olmuşsun.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurur: “Bir kimse ki, yediğini ve içtiğini nasıl elde ettiğini düşünmez, Hak Teâlâ ona rahmet nazarı ile bakmaz. Cehennemin hangi kapısından girerse girsin, düşünmez.”
Kâinatta var olan hiç bir şeye kalbini bağlama. Kalp yüzünü onlara tebessüm dahi ettirme. Seni Hak’tan alıkoyan olmasın. Halk seni alıp Hak’tan kaçınmasın. Kullar arasına pek girme. Yalnız, kulları iyiye çağırmak için dilinin döndüğü ve onların anladığı kadar konuş. Ufak tefek hataları olursa itiraz etme, idare et. Onlarla iyi geçin. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buyurur ki: “İnsanlarla iyi geçinmek sadakadır.” Allah’ın sana verdiği iyi huyları kullara da öğret. Sana verilen güzel şeyleri onlara da ikram eyle. Onlarla iyi arkadaş ol. Yumuşak davran. Allah’ın kullarına karşı dik omuzlu olma. Huylarını daima güzelleştir. Bütün işlerin Allah’ın emrine uygun olsun. İnsanlar için iki önder vardır; biri ilim, diğeri ise hikmet taşır. Kullar arasından çıkacak herhangi bir önder, ancak Hak kapısı yakınına götürebilir. Senin için, iki kapı vardır; bunların ikisinden de geçmen lâzım: Hak kapısı ve halk kapısı. Bunlara, dünya, âhiret kapısı da denebilir. Birini diğerinden ayırt etmek mümkün değildir. Yalnız, evvelâ Hak kapısı, sonra halk kapısı gelir. Birinci kapıya geçersen, ikincisi kendiliğinden açılır. Kalbinden dünyayı atarsan ukba âlemine varabilirsin. Hikmetler taşıyan öndere uyarsan, ilim deryası sahibine gidersin. Hakk’a marifet sahibi olmak istiyorsan halkın fâni varlığını kalbine koyma. Anlatılanlar, derece derecedir. Biri diğerinin zıddıdır, iki zıt birleşemez. Bu zıtların arasını birleştirmeye yeltenme. Boşuna yorulursun; eline bir şey geçmez. Kalp, Hakk’ın tecelli yeridir. Oraya, O’nun varlığından başkasını sokma. Düşün, melekler suret olan eve
girmezler; Hak Teâlâ putlarla doldurduğun kalbine nasıl tecelli eder? O’nun gayri olan her şey puttur. O putları kır ve kalbini temizle. O kez Hakk’ın tecellisini orada görürsün. Önceleri görmen kabil olmayan hikmetli şeyleri görmeye başlarsın; yeter ki kalbin temiz olsun. Allah’ım, razı olduğun şeyleri yapmaya bizi ulaştır.
“Dünyada bize iyilik ver, âhirette iyilik ver, bizleri ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!
Allah’ım, bize affı, gufranı, hatalardan bağışı, suçlarımızın gizli kalmasını ve tevbeyi ihsan eyle! Hicabımızı yırtma. Günahlarımızla bizi sorguya çekme. Yâ Allah! Yâ Kerim! “Kulların tevbesini O kabul eder ve kötülükleri affeder.” (eş-Şûrâ, 42/25) diye buyuran Sen’sin. Tevbeyi nasip eyle. Hatalarımızdan geç! Yazık sana, bilgi iddiasındasın; fakat cahiller gibi darılır ve onlar gibi sevinirsin. İman sahibinin ferahı yalnız Allah’la olur; başkası iman sahibini sevindiremez. Dünyada ferahlanacak bir şey varsa, sevin. Şayet dünyayı Hakk’ın tâatinde kullanıyorsan ve dünyalık sayesinde Hakk’a hizmet yolunu tutuyorsan sevin. Kulları, yaptıkları tâatte iyiye yöneltebilirsen sevin. Gece gündüz korkuyu bırakma. Tâ sırrına ve kalbine, “Korkmayın, ben sizinleyim; işitiyorum ve görüyorum.” (Tâhâ, 20/46) müjdesi gelinceye kadar korkmayı bırakma. Bu kelâm, Harun ve Musa Peygamber’e Hak tarafından söylenmişti. Sen o büyüklerden olamazsın; çünkü öğrenirsin, amel etmezsin. Şüphesiz bu hâlde o büyüklere vâris olman kabil değil. Veraset, ancak bilgi ve amelle olur. İhlâsla gelişir. Haddini bil. Kısmetinde olmayan şeylere uzanma. Hakk’ın takdir ettiği şeylere uy. O şüphesiz, seni iyi şeylere ulaştırır ve başarı verir. Sana lütfünü yağdırır, omuzundan ağırlığı alır. Dünyada ve âhirette şefkatini eksik etmez.
İman sahibinin imanı kuvvet bulursa; artık ona, “İkan sahibi” denir. İkanı kuvvetli olursa ona, “Arif” denir. İrfanı sağlam olana, “Âlim” denir. İlmi son haddine varana, “Muhabbet ehli” derler. Muhabbeti tam olan ise “Mahbûb” olur. Bu da sağlam olursa cana yakın ülfet ehli olur. Hak ona bu kere hikmet ve ilim sırlarına karşı anlayış verir. Zât âlemine geçme bilgisini, emir ve kader gizliliklerini o kula belletir. Bu hâller, kulun kabiliyet ve istidadına göre tecelli eder. Kalbin kuvvetine ve genişliğine göre bu hâller kula verilir. Bu hâlleri benliğinde bulan o kul, Hak’la kaim olur. Kalbi ile halk âleminden ayrılır. İlâhî bilginin ezelî sırrı, bir kula ezelden mukadder olan nasiple gelir. Bu nasip; yemek, içmek, giymek
ve evlenmeye dair olabilir. Hangi kul için gelmiş ise onu bulur. Bir nasibin gereği hangi kulda infaz edilecekse onu bulur.
Başkasına gidemez. Nasip sahibi nerede olsa, Hak Teâlâ onu bulur. Bulamadığı takdirde, ilâhî bilginin hükmü iptal olunur ve kıymeti kalmaz; bu da imkân harici bir şeydir. Kulun kısmeti gelince, Hak tarafından verildiği için alır, yer. Yersiz varlığı yok olur. Ve yeni baştan dirilir. Manevî bir hayat dahi yaşasa, geçmişte hüküm veren bilginin gereği için diriltilir. İlâhî ilmin icabına noksan gelmemesi için bu işler böyle yapılır. O kul irade ve arzularını kaybetmiş bir durumda
ise, bir sibyana yedirilen lokma gibi yedirilir. Nasıl bir ana, hurma ezmesini yavrusuna yedirirse o kulun kısmeti de kendisine öyle yedirilir. Kısmetler iner, o iradesiz yemeğe devam eder. O kulun hâli, hasta adamın habersiz ilaç içip kuvvet aldığı gibidir. Nasibini yer, içer, kuvvet alır. Bu hâllerde iman sahibini ezelî ilim terbiye eder.
Cümle varını harca. Şehvetini ve lezzetini bırak. Kendinden geç, O’nda fena bul. Cenneti ve içindekileri unut, vazgeç. Nefsi, hevâî işleri, dünya ve âhiret tatlarını bırak. Cümle maddiyatı geç, bu gibi işlerin tümünü arkaya at. Sonra da oraya gir. Bunları yaptıktan sonra, gözlerin görmediğini, kulakların işitmediğini duyacak ve göreceksin. Ayrıca beşer kalbinin hatırlaması kabil olmayan işleri de öğreneceksin.” Bu hâller bir kimsede tam ve kalp ayağı iman yolunda sabit olursa, hem dünya, hem uhrâ onun olur. Her ikisi de onun eline zahmetsiz girer. Onlar da bir arada kula nimet olarak ihsan edilir. Bunların sonu da Hakk’a yakınlık, O’na nazar olarak tekâmül eder. Dünyada Hakk’a kalben yakınlık duyar,
âhirette ise görerek O’nun yakınlığına erer.
Ey evlat! Allah, dedikten sonra kalanı bırak. Söyle: “Beni O yarattı; hidayetim O’nun elindedir.” Ey dünya zahidi, kalbin ki, âhiret talebi ile dünyadan çıktı. Söyle: “Beni O yarattı. Hidayet yolunu da gösterir.” Ve sen ey Hakk’ı dileyen, O’na rağbet eden ve O’ndan başkasına perhiz yapan; kalbin Mevlâ talibi olarak cennetten ayrılır, yola koyulursa, söyle: “O ki; beni yarattı; hidayet de nasip eder.” Yol zorluğunu düşünme, Hakk’ın nasip edeceği hidayeti düşün. Ey âhiret ve Mevlâ yoluna koyulan, o yola daha önce girenleri delil tut. Oralarda mevcut korkulu yolları öğrenmiş kimseleri bul. Onlar, büyük ve bilginin gereğini yerine getiren âlim, yaptığında tam ihlâs sahibi kimselerdir. Kadir gecesine ait Hakk’ın sâlih kulları yanında alâmet vardır. O kulların bazısı, kadir gecesi meleklerin nur yüzlerini ve ellerinde taşınan velayet nurlarını görür. Onlar sema kapılarının nurunu da görürler. Hakk’ın varlık yüzündeki nuru da görürler. Hak, o gece, yer ehline açıktan tecelli eder. Kul, Hakk’a karşı irfan duygusuna sahip olursa, ilâhî yakınlığın tümünü vergilerin hepsini, ülfetin cümle ahvalini, izzetin bütün şaşaasını bulur. Hepsini alır. Hak Teâlâ ara sıra kulu ile arasına perde çeker. Sebebi ise, onu denemek, ötelerden onun hâline bakmak ve tecrübe etmek. O verilmiş olan bütün hâlleri bazen alır, irfan hâlinde ve sebat ediyor mu, etmiyor mu bakar. Yoksa o hâlleri kaybolduğu için, ters istikamete mi gidiyor? Şayet Mevlâ, onda bir sebat sezerse, tekrar perdeyi aralar, önce ihsan ettiği yüce hâlleri iade eder.
Cüneyd Hazretleri birçok zamanlarında şöyle derdi: “Bende, benim için ne olabilir ki, kul ve elindeki Mevlâ’sına aittir.”
O zat, nefsini Rabb’ine teslim edip, şahsi arzusunu izale etmişti. Bütün varlığını ona bırakıp, Hakk’ı kader işinde rıza yolu ile gözetirdi. Kalbi salâh bulmuş, nefsi itminan derecesine ermişti. “Benim sahibim o Allah’tır ki, kitabı indirdi ve sâlihlere o sahip olur.” (el-A’râf, 7/196) kavline göre amel ederdi. Füdayl b. İyaz, Süfyân-ı Sevri ile karşılattığı zaman: “Gel, Allah’ın ezeli ilmindeki hâlimizi analım ve ağlayalım.” derdi. Bu kelâm ne kadar hoş. İşte ilâhî irfana sahip olanın sözü. Aynı zamanda ilim ve irfan sahibi idi. O, Hakk’ın tasarrufuna da vâkıftı. Derdi ki: “Önüme birkaç zümre çıkarsalar, şunlar cennet ehli, deseler aldırmam; şunlar da cehenneme gidiyor deseler önem vermem.” Ve o zat, bütün kabileyi tek açıdan görür, hepsinin arasına katılır, kendisi hangi kabilenin malıdır, bilmez. Allah yolcularını hiçbir şey aldatamaz. Onlar yaptığı işe aldanıp kalmazlar, çünkü yapılan işler, sonucu ile değerlendirilir. Dünya sultanları halkın çoğuna put oldu. Dünyada zenginlik, afiyet hâli, güç, kuvvet, her biri birer ilâh oldu. Yazıklar olsun size, dalı tuttunuz, kökü bıraktınız. Hâlbuki asıl olan köktür. Rızka muhtaç olanı, rızık veren olarak tanıdınız. Kulu, efendi bildiniz. Gücünüzü kavi sandınız. Ölüyü diri gördünüz. Artık sizde iyilik kalmadı. Artık size uyamam. Yolunuza giremem. Ben, sizden ırak ve selâmet düzlüğündeyim, Sünnet üzereyim. Bidate sapmam. Tevhid yolunu tutarım. İhlâsa sarılırım. Riyayı bırakırım. Nifaka
bakmam. Halkı aciz, zayıf ve güçsüz görürüm, ezilmiş bilirim. Dünyanın zalim kişileri azıp kudurduğu zaman, o firavunlar fırladığı, o sahte sultanlar köpürdüğü, o zenginler burun kaldırdığı ve Allah’ı unuttuğu gün neden onlara saygı duyarsın? Bunu yaptığın için sana, putların kulu, hükmü verilir. Haksız yere kimi büyütürsen, o senin putun olur.
Yazık, putların sahibine köle ol. Göreceksin ki, onların cümlesi önünde zelil olmuş. Hakk’a yaptığın tazim kadar halk sana saygı gösterir, büyütür. Hak Teâlâ’yı ne kadar seversen, kullar da seni o kadar sever ve sayar. Hak Teâlâ’dan çekindiğin kadar, kullar senden çekinir. Hakk’ın emirlerine ne kadar saygı duyarsan verdiğin emre karşı halktan o kadar saygı bekle. Hakk’a kulluk için ne kadar yakınlık duyuyorsan, halk da emirlerine o kadar saygı duyar. Hakk’a yaptığın hizmet kadar kullardan hizmet bekle.
Ölüm düşüncesi nefsin hastalıklarını giderir, şifa olur. Ve onun kötü huylarını yok eder. Birçok yıllarını ölümü düşünmekle geçti; gecem, gündüzüm öyle tükendi. Onu düşünmekle kurtuluşu buldum. Nefsimi öyle erittim.
Bazı geceler ölümü düşündüm ve ta seher vaktine kadar ağladım. O gecelerimde hem ağlar, hem
şöyle yalvarırdım: “Allah’ım, ölüm meleğine ruhumu aldırma. Ruhumun kabzına onu memur etme.”
Gözlerim kızardı ve yoruldum. O anda bir ihtiyar gördüm. Güzel siması vardı. Kapıdan girdi, ona
sordum: “Kimsin?” “Ölüm meleğiyim.” “Ben, Allah’tan, ruhumun kabzını uhdesine alsın ve seni göndermesin, diye niyazda bulunmuştum!” dedim. Bunun üzerine: “Bu dileği niçin yaptın? Benim ne kabahatim var? Ben memur bir kulum. Bazı kimselere sertlik yapmak için memurum, bazılarına da şefkat.” diyerek başını bana yasladı; ikimiz de ağladık.
Sonra uyandım, yine ağlıyordum.
Ahmed b. Hanbel (rh.a) şöyle derdi: “Bana göre aziz olan kalpler, dünya sevgisini yaktı ve sinesine Kur’ân’ı doldurdu. Sâlih kardeşlerden çoğunun vakti namazla geçer. Onlar, rükû, secde halindedir. İyiliği emreder, yasakları yaptırmazlar. Şüpheli işleri o kadar bıraktılar ki, elleri iş tutamaz oldu. Bütün gayretleri Hakk’ı talepten ibaret kaldı. Elinizde bir malınız varsa, onlara infak ediniz. Yarın onlara büyük bir devlet ihsan edilecektir.”
Biri şöyle sordu: “Korku ateşi mi çetin, yoksa şevk ateşi mi?” Şu cevabı aldı: Mürid için korku ateşi, Murad için de şevk ateşi. Korku ateşi bir şeydir; öbürü de ayrı şey. Ama bunların hangisi sende var? Ey sebeplere dayanıp kalanlar, hâliniz nedir? Size fayda sağlayan birdir; zarar veren bir, şahınız bir, sultanınız bir, ilâhınız yine bir. O bire ermek dilemez misiniz? O’na kavuşma vasıtasını neden aramazsınız? Hak Teâlâ’nın şu âyet-i kerimesini dinlemediniz mi: “Bir kimse, Rabb’ine kavuşmak diliyorsa, amel-i sâlih işlesin; Rabb’ine yaptığı kulluğa hiç kimseyi ortak katmasın.” (el-Kehf, 18/110) Rabb’inle aranda yalnız sen varsın; arala kendini, O kalır; görürsün.Sorucu devam etti: “Kendimi nasıl ayırabilirim?” Cevap verdim: Nefsini, muhalefet ve mücahede, sözlerine önem vermemek sureti ile aradan çıkar. Onun şehvetini, lezzetini kır. Tembelliğini gidermeye bak. Bu hâl sonunda onu, düşkün ve kalbinden yüzünü çevirmiş bulursun. Bu durumda ortada bir yana bırakılan et parçası kadar hükmü kalır. Hareket kudreti olmaz. Ona sükûnet, itminan ruhu serpmeye başlarsın. Onun varlık ruhu çıkınca itminan ruhu gelir. O kere nefse baktığın zaman, kalbi ona terbiyeci görürsün. Her ne zaman nefis itminan hâlini bulursa, ona birinci hâlinde mevcut havanın gayri bir ruh üflenir. Rububiyet ruhu, akıl ruhu, halka karşı zâhidlik ruhu ve Hak’la var olma ruhu üflenir. Hakk’a yönelme ve O’nun Zât’ından gayri her şeyden bir tiksinme hâline sahip edilir. Yaptığı işte doğru olan, önder olan büyüklere veda eder. Onların emrine göre öteye geçer. Onlara işaretle hâlini anlatır ve der ki: Siz yorulmayın. Ben sizin delâlet ettiğiniz yere varırım.
Erenler anlayış kapın sayılır. Gerekir ki, o kapıya uğramadan öteye geçemeyesin. Bunlar birer misaldir. Hak Teâlâ, kullara bazı hususu anlatmak için misaller getirir. Allah’a ve Peygamber’e iman ediniz. Allah ve Peygamber’ini tasdik ediniz. Verilen haberlerin gerçek olduğuna inanınız. Allah’a vasıl olmanın gerçek yolu, imandır. Hayrın temel kaynağı yine imandır. İhlâs, nebiliğin -yeni dinle gelmeyen peygamberliğin- temelidir. Nübüvvet ise, risâletin -yeni dinle gelen peygamberliğin esası sayılır. Risâlet ise velayetin, bedeliyyet hâlinin, kutub olmanın ve Hakk’ın saklı kullarından
olmanın kaynağı sayılır. Ali b. Fudayl b. İyaz öldü. Babası rüyasında onu gördü ve sordu: “Hak sana neler etti?” Cevaben şöyle dedi: “Babacığım, bir kul için Rabb’inden daha hayırlı kimse görmedim.
M-Sefa 2021 - Kadiri Tarikatı