GAVSU’L AZAM ABDULKADİR GEYLÂNÎ (KS)
Şeyh GAVSU’L AZAM ABDULKÂDİR GEYLÂNÎ (KS) bugünkü İran’ın Gilan bölgesine bağlı Neyf köyünde hicrî 470 (miladî 1078) yılında doğar. Anne tarafından seyyid, baba tarafından şeriftir. Babası Seyyid Musa ceddinin izinde yürüyen sâlih zâtlardandır. Annesi Ümmülhayr Fatıma hanım istikamet sahibi kadın velîlerdendir. Abdülkadir Geylânî k.s.’ye “her şeye gücü yeten, Kadir olan Allah’ın kulu” manasına gelen Abdülkadir ismi, anne ve babasının ileri yaşlarında iken doğmuş olmasına telmihen verilmiştir. Seyyid Abdülkadir erken yaşta babasını kaybederek yetim kalır ve hamîliğini dedesi Ebu Abdullah Savmaî üstlenir. Savmaî, zamanının önde gelen âriflerinden kabul edilir. Böylece Seyyid Abdülkadir ilmî ve irfanî bir ortamda büyür. Temyiz çağından itibaren geçimlik işlere, annesine yardım eder. Ancak zaman zaman “Sen bu iş için yaratılmadın!” diye manevî ikazlarla uyarılır. Gençlik çağında Bağdat’a gitme ve ilim tahsil etme kararı alır. Durumu annesine açar. Evladının yüksek yaratılışının ve manevî istidatının farkında olan Ümmülhayr Fatıma rh.a. takdire rıza gösterir. Kocasından miras kalan kırk altını bir keseye koyar. Yolda düşmesin, kimse çalmasın diye keseyi oğlunun elbisesinin koltuk altına diker. Ona “el-Emîn” olan Allah Rasulü s.a.v.’in izinde yürümesini ve asla doğruluktan
şaşmamasını tembihler. Seyyid Abdülkadir Bağdat’a giden bir kervanla yola koyulur. Yolda bir eşkıya grubunun pususuna düşen kervan dağılır. Eşkıyalar kervanı talan eder, herkesin elinde avucunda ne varsa alır. Bir eşkıya,
halinden fakirliği ve ilim talebesi olduğu anlaşılan Seyyid Abdülkadir’e takılmak için “Söyle bakalım, senin neyin var?” diye sorar. Annesinin doğrulukla ilgili sözü aklından çıkmayan Seyyid Abdülkadir tereddüt etmeden kırk altını olduğunu söyleyince reislerine götürerek durumu bildirirler. Eşkıya reisi de sorduğu soruya aynı cevabı alınca delikanlı doğru mu söylüyor diye bakılmasını emreder. Elbisenin koltuk altından hakikaten altın kesesi çıkınca reis ve adamları şaşırır. İçinde
bu kadar altının bulunduğu bir keseyi delikanlının çekinmeden ifşa etmesini anlayamazlar. Reis sorar:
– Niçin altının olduğunu söyledin? Sen söylemesen biz onları bulamazdık!
Seyyid Abdülkadir yalan söylemeyeceğine dair annesine söz verdiğini ve kırk altın için sözünü bozamayacağını söyler.Hayatı yalan dolanla geçmiş eşkıya reisi daha önce hiç hissetmediği duygularla gözyaşlarını tutamaz. Kalbi yumuşar. Derin pişmanlık hissi ile çetesine döner ve der ki:
– Arkadaşlar! Senelerce Rabbime olan ahdimi çiğnedim, eşkıyalık ettim. Şimdi ise bütün günahlarıma tevbe ediyorum. Rabbimin yoluna giriyorum. Reislerine sıkı sıkıya bağlı olan eşkıyalar da;
– Reis, senden ayrılmayız. Eşkıyalıkta reisimizdin, kurtuluşta da reisimiz ol, derler.
Böylece Seyyid Abdülkadir Geylânî k.s. hazretlerinin asırlara uzanacak irşadı daha çocuk yaşında başlamış olur. İlim tahsili ve tasavvufa yönelişi Seyyid Abdülkadir, Bağdat Nizamiye medreselerinde döneminin en iyi eğitimini alır. El-Fetâva’l-Hadisiyye adlı eserde meşhur fıkıh âlimi İbn Hacer Heytemî’nin naklettiğine göre iki arkadaşıyla birlikte sûfilerin büyüklerinden Yusuf Hemedânî k.s. hazretlerini ziyaret eder. Ancak arkadaşları İbn Saka ve Ebu Said Abdullah bu ziyarette şeyhin ilmini sınamayı amaçlarlar. Seyyid Abdülkadir bu tavrı çirkin bulur ve ziyaretini Allah rızası için yapacağını belirtir. Yusuf Hemedânî k.s. hazretleri ziyaretine gelen bu iki genç mollanın akıllarındaki soruları onlar daha sormadan cevaplar verir. Sonra, böyle devam ederlerse düşebilecekleri tehlikeleri anlatır, nasihat eder. Seyyid Abdülkadir’in halini ise beğenir, ona bazı müjdeler verir. Allah’ın izniyle maneviyatta çağının en yüksek mertebesine
ulaşacağını müjdeler. Seyyid Abdülkadir, Bağdat meşâyihinden Şeyh Debbas k.s.’nin rehberliğinde seyr u sülûka başlar. Şeyh, çok beğendiği bu genç ile kızını evlendirir. Vefatından sonra Ebu Said Muharrimî k.s. ile manevi terakkisine devam eder. Her biri itibarlı birer âlim olan bu iki zâtın medresesi de bulunmaktadır. Şeyh Ebu Said onu medresesine müderris yapar. Seyyid Abdülkadir Geylânî k.s. zamanla dersleri bırakır; ibadet, zikir ve tefekkürle geçen riyazet yılları başlar. Bu
manada hayat hikâyesi çağdaşı İmam Gazalî k.s.’ye benzetilebilir. Şeyhi Ebu Said, Seyyid Abdülkadir’in riyazet ve mücahede ile geçen yıllarının takipçisi olur. İslâm tarihinde eşine az rastlanır bir riyazet döneminin ardından, tam yirmi beş sene sonra, Ebu Said Muharrimî k.s. Seyyid Abdülkadir Geylânî k.s.’ye şeyhlik hırkası giydirir. Şeyh Muharrimî k.s.’nin vefatı üzerine medrese ve dergâh hizmetlerinin başına geçen Seyyid Abdülkadir Geylânî k.s. burada ömrünün sonuna kadar irşad ile meşgul olmuş ve talebe yetiştirmiştir. Ayrıca haftanın belirli günleri halka sohbet etmiştir. Sözünün ve
halinin tesirinden her geçen gün sohbet halkası büyümüş, mevcut külliye yetersiz kalmıştır. Bu sebeple bazı genişletme faaliyetleri yapılmıştır. Özellikle son yıllarında uzaktan yakından gelen on binlerce insan onu görebilmek, sohbetine katılabilmek için akın etmişlerdir. Böylece yaşayan evliyaların en büyüğü anlamındaki “Gavs-ı Azam” lakabıyla meşhur Yusuf Hemedânî k.s.’nin müjdesi tahakkuk etmiştir. Bu sohbetlerin bir kısmı el-Fethu’r-Rabbanî ve Fütuhu’l-Gayb ismiyle kitaplaşmıştır. 561 yılında (1165) vefat etmiştir.
İslâm coğrafyasında Kadiriyye yolu Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s. sağlığında çok tesirli sohbet ve vaazları ile insanları cezbetmiştir. Üslubundaki letafet ve merhamet dili binlerce kişinin irşadına vesile olmuştur. Onun feyzinden en fazla
istifade edenler arasında kendi evlatları da yer alır. Kalabalık aile nüfusuna, adeta torunlarına kadar velayet hırkası giydiren Gavs-ı Azam Abdülkadir Geylânî k.s. Bağdat külliyesine oğlu Şeyh Abdülvehab’ı halife bırakmıştır. Diğer evlatları Şeyh Abdurrezzak, Şeyh Abdüzaziz ve Şeyh Abdülcebbar da kâmil ve mükemmil mürşid idiler. Hak Tealâ cümlesinin sırrını mukaddes kılsın. Onların irşadıyla da pek çok halife yetişmiş, kendi nesilleri de Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s. hazretlerinin ilim ve irşadını daha uzak beldelere taşımışlardır. Mesela Şeyh Abdülvehhab k.s.’nin torunları İslâm’ın en önemli merkezlerinden Şam’a, Şeyh Abülaziz k.s.’nin torunları Kudüs ve Mısır’a, Şeyh Abdürrezzak k.s.’nin torunları ise Hindistan, Kuzey Irak ve Orta Asya civarlarına gitmişler ve buralara Kadiriyye yolunun âdâp ve erkânını taşımışlardır. İmam Rabbanî k.s. hazretlerinin Nakşibendî tarikatından evvelki Kadirî silsilesi de Şeyh Abdürrezzak
üzerinden Seyyid Abdülkadir Geylânî k.s. hazretlerine uzanır. Dolayısıyla nakşibendîler ile Şeyh Abdürrezzak arasında dolaylı bir irtibat söz konusudur. Kadiriyye’nin ilk dönemindeki bu oğul ve torun halifeler meselesi ilk bakışta babadan oğula geçen bir saltanatı andırsa da, esasında Kadirî ailesi, aile dışından pek çok âlim ve ârif zâta da halifelik ve irşad icazeti vermiştir. Bunlar arasında kendi evlatlarının da bulunması, onların yüksek dinî gayretleri ve tevarüs olunan emanete sahip çıkmaları ile ilgilidir. 1258’de Moğol istilasıyla yerle bir edilen Bağdat’tan hicret eden Kadiriyye mensupları bir asır içinde İslâm coğrafyasının dört bir köşesinde Kadirî sohbet ve zikir halkalarının kurulmasına vesile olmuşlardır. Allah Tealâ cümlesinden razı olsun.
Gel Papaz Efendi!
Bir gün Abdülkadir Geylani hazretleri dergâhında müritleriyle birlikte zikrullah yaparken, yolda gecen bir papaz zikir sesinden etkilenerek dergâhın kapısından başını uzatır. Bir müddet zikrullahı dinledikten sonra çeker, gider. Gece olur.
Papaz efendi uykuya dalar. Gece rüyasında; zebaniler papazı tutmuş, cehennemin en kızgın kuyularından bir kuyuya atmak için götürmektedirler. Papaz kurtulmak için yalvarır yakarır ama nafile. Tam o sırada Abdülkadir Geylani hazretleri bütün ihtişamıyla gelerek: “Ey zebaniler! Papazın kafası benimdir.” der ve bir kılıç darbesi ile papazın kafasını kesip alarak, başını zebanilerin elinden kurtarır.
Papaz kanter içinde uyanır. Soluğu Abdülkadir Geylani Hz.lerinin
dergâhında alır.
Kapıda papazı gören Gavs-ul Azam:
“Gel papaz efendi, gel. Gece kafayı kurtardık şimdide vücudunu
kurtaralım” der
M-Sefa 2021 - Kadiri Tarikatı