Hz. Osman (r.a.) buyuruyor ki: “İnsan eğer bir sözün sahibini biliyorsa onu söylemezse hırsızlık yapmış oluyor.” Mesela bu sözü kim söylemiş? Hz. Ali (r.a.) söylemiş. Sen de söyleyeceksin, “Bunu Hz. Ali (r.a.) söyledi. Allah onlardan razı olsun.” Söylemezsen sanki çalmış gibi oluyorsun. Bazı uyanıklar var; öyle gidiyor dergâhlara ya da tasavvuf kitaplarına bakıyor. Biraz Abdulkadir Geylani (k.s.) sözlerine bakıyor. Ondan sonra büyük zatların sözlerini ezberliyor, hallerini de görüyor, sanki böyle bir elbise gibi hemen alıyor üzerine geçiriyor. Ama amel yok. Yani Abdulkadir Geylani (k.s.) bu sözü söylemiş ama ne aşamalardan geçtikten sonra söylemiş? Onu kendine mi mâl etmeye çalışıyor. Onların hazır söylemiş olduğunu tabii ki rivayet edeceğiz, tabii ki söyleyeceğiz, olaylardan ibret alacağız. Ama amel ile beraber amelsiz olursa Cemil Baba’nın (k.s.) bir sözü var: “Kuş gibi ağızdan öğrenmiş.” Kuşlara ötmesini öğretiyorlar ya o da evliyayı ziyaret etmiş, bir şeyler duymuş ama işin hakikatini bilmiyor. Haydar Baba’nın (k.s.) yanına bir adam gelmiş. Kafasından büyük, yeşil bir sarık çıkartmış. Haydar Baba (k.s.), “Hoş geldin oğlum.” demiş. Adam, “Hoş bulduk.” demiş. Haydar Baba’nın hanımı da orada izliyor, konuşmaları duyuyormuş. Adam, “Baba bu benim sarığım.” demiş. Haydar Baba (k.s.), “İyi oğlum, Allah seni mübarek etsin.” demiş. Sonra adam demiş ki, “Bu da benim cübbem, bu da benim icazetim, ben şeyh oldum.” demiş. Haydar Baba (k.s.),
“Oğlum sen ne iş yapıyorsun?” demiş. Adam, “Biyoloji okudum.” demiş. Haydar Baba (k.s.), “Peki sen biyoloji okumak için ne yaptın?” demiş. Adam, “İşte ilkokula, ortaokula, üniversiteye gittim, sonra üniversiteyi bitirdim, biyolog oldum.” demiş. Haydar Baba (k.s.), demiş ki: “Peki yavrum, sen şeyh olmak
için ne yaptın?” Adam demiş ki: “Bir şey yapmadım da şeyh olmak hoşuma gidiyordu.” Hacı Anne de (rh.a.) adamın “Ben şeyhim” filan dediğini duymuş. Oradan çıkmış, adamı bir paylamış. Hacı Anne (rh.a.) demiş ki: “Terbiyesiz! Sen kim oluyorsun da Baba’nın yanına gelip ben şeyhim diyorsun.” demiş. Molla Bahri Hazretleri (rh.a.) buyuruyor ki: Haydar Baba, hiç kimsenin aleyhinde bir kelime konuşmazdı. Sadece o adama dedi ki: “Ya kusura bakma, benim hanım biraz sinirlidir.” Seyda Molla Bahri (rh.a.), yıllarca Haydar
Baba’nın (k.s.) yanında kaldı. Yani Molla Bahri (rh.a.) daha çocukken Haydar Baba’yla (k.s.) tanışmış.
Seyda’nın Molla Muhammed (rh.a.) diye hocası vardı. Seyda anlatmıştı. Böyle köy odaları olurdu, köy odalarında konuşuyorlarmış, “Artık âlimler kalmadı. Şeyhler vefat etti, astılar, kestiler ve geride bir şey koymadılar. Bu milletin hali ne olacak?” diye konuşuyorlar. Bir sabah kalkıyorlar, üç yüz tane asmışlar. Yani âlimler sarıklarını çıkartmışlar, “Biz âlim değiliz” diyorlarmış. Böyle bir ortamda halk konuşuyor. Seyda, o zaman amcasıyla beraber Palu’ya gelmiş. Seyda’nın kendisi anlatıyor; “Palu’ya geldik, baktım” diyor. “Bir berber dükkânının önünde sandalyede bir zat oturuyor. Gözlerini kapatmış, havaya doğru bakıyor. Sakallar
böyle simsiyah, yüzüne yeşil bir nur inmiş, o şekilde duruyor.” “Ben de…” diyor “daha çocuğum, amcamın kolunu çektim. “Amca” demiş, “bak, siz hiç kimse kalmadı, diyordunuz. Ama bu zata bak, bu ne büyük bir mübarek zattır. Kimdir, nedir bir haber alalım dedik ama korkumuzdan yanına gidemedik” diyor. Aradan zaman geçti. Baba (rh.a.) böyle köylere haber gönderiyor. “İzin verirseniz, müsaadeniz olursa bu köye geleceğim. Zikir yapacağız, sohbet yapacağız.” O köyden izin çıkarsa o köye gidiyor, bir gece kalıyor. Öbür köye gidiyor, bir gece de orada kalıyor. Köy köy, kapı kapı geziyor. Seyda’nın ilk talebe olduğu köye de haber göndermiş, köylüler de “Baba gelsin” demişler. Baba (rh.a.) gitmiş. Seyda’nın hocası da çok yaşlı, “Böyle” diyor “biz kanepeler de oturuyoruz. Baba (rh.a.) sohbet yaptı. Sonra Molla Muhammed’e dedi ki:
“Seyda müsaade edersen biz biraz da zikir yapalım.” Molla Muhammed dedi ki: “Ben yaşlıyım, bana karışmayın, siz ne yaparsanız yapın.” Halka kuruldu, Baba (rh.a.) La İlahe İllallah çekiyor diyor. Baba, cübbeyi böyle bir savurdu, bu taraftakiler gitti. Bir de bu tarafa savurdu aynı hareketle böyle bu taraftakiler de gitti. Kafası kesilmiş tavuk gibi millet ne olduğunu anlamadan millet arı kovanı gibi perişan oldular. Yüzünü ne tarafa çevirse Baba, oradakiler tarikat dersi aldı. Haydar Baba’nın (rh.a.) kerametleri böyle apaçıktı. Haydar Baba Hazretleri (k.s.) irşada çıktığında Efendimiz aleyhisselatu vesselamın emriyle çıkmıştı. Seyda orada işte ders almış. İyi ders almış. Molla Bahri Hazretleri (rh.a.) diyor, “Baba ile beraber irşada çıktık” diyor, “Kırk gün boyunca o köy bu köy dolaştık. Baba ile beraberdik. Banyo, su, yemek yok. Bir de bir ton sıkıntı,
kırk gün sonra Baba bana dedi ki: “Seyda Molla Bahri sen artık git, yeter. Sen talebelere derslerini okumaya devam ettir.” Baba diyor oradan öteye gitmeye devam ediyor. Günlerce hatta aylarca öyle kapı kapı gezerek anlatırdı, hiç durmak yok. Ne ev bark, ne çocuk ne dağ taş demeden gezer anlatırdı… Cemil Baba diyor; “Biz giderdik irşada, saçlarımız keçe gibi olurdu, taş gibi olurdu. Su bulup banyo bile yapamazdık.”
Çok çalıştılar, çok emek verdiler… Tarikat buraya kadar geldi, aksi takdirde gözümüzü açtığımızda, çoktan dalalete düşmüş, geçip gitmişiz. Allah muhafaza etsin. Baba (rh.a.) giderdi bir köye, “Baba gelmiş” derlerdi. Sabaha kadar zikir olurdu, ertesi gün başka bir köye giderdi. “Baba daha yeni geldin” derlerdi, o gün de orası bırakmazdı, sabaha kadar zikrederlerdi. Ertesi gün öbür köye, öbür köye… Hiç yatmak gibi bir derdi yoktu, rahmet vardı. Büyük bir köy var, Alevi köyü. Oradan geçerken gelmişler Haydar Baba’ya
(rh.a.) demişler, “Baba bizim köye de gelir misin?” “Gelirim” demiş, gitmiş Alevi dedeleri böyle oturmuş, cemaat de böyle dolu olmuş. Baba (rh.a.) demiş ki: “Siz niye namaz kılmıyorsunuz?” “Baba biz İmam Cafer’e tabiyiz ama siz İmam-ı Azam’a (rh.a.) tabisiniz.” Haydar Baba (rh.a.) demiş, “Şu İmam Cafer’i, İmam-ı Azam’ı (rh.a.) hepsini bir kenara bırakın.” Almış böyle Kur’an-ı Kerim’i eline, “Siz buna inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz? Onları bırakın.” demiş. Dede diyor, elini böyle alnına çatmış, beş dakika düşünmüş; “İnanıyoruz” demiş, “inanıyoruz.” “Bak inanmıyorum deseydiniz zaten kâfirsiniz, benim sizinle ilgim kalmazdı ama inanıyoruz diyorsanız açalım Kur’an’ı ne diyor? Namaz kıl tamam kılalım, oruç tut tamam tutalım, Kur’an’ın dediğini yapalım.” Sonra köyün hepsi tövbe etmiş. Haydar Baba’dan (k.s.) tarikat dersi
almışlardı. Köye de cami yapmışlardı, sonra da o köyden ne kadar vurducu kırdıcı terörist varsa hepsi Baba’nın birer dervişi olmuşlardı.
M-Sefa 2021 - Kadiri Tarikatı