Allah (c.c.), sana yol açar. İnsan, asla ve kat’a Allah (c.c.) hakkında bir zanda bulunmayacak. Abdulkadir Geylani (k.s.) kitabında diyor ki: “Bazen Allahu Teâlâ (c.c.) kulları şöyle terbiye eder; adam ekonomik bir sıkıntıya düşer, para lazım, mal lazım olabilir.” Allah’tan (c.c.) başka herkes sıkıntıya düşebilir.En yakınlarından başlar; “Bana biraz bir şeyler ver, borç ver.” Borç ister ama vermezler. Çünkü Allah (c.c.) onun kalbini çevirdi. O, Allah’a (c.c.) gitmedi, adama gitti. Hâlbuki ona para vermedi. Bu sefer sana gelir, Allah (c.c.) senin de kalbini çevirir, sen de vermezsin. Ona gider, o da vermez. Uzak çevresine
gitse onlar da ona yardım etmez. Bu sefer şöyle düşünür; artık ümidi kesti ya: “Ya Rabbi… Ya Rabbi… Sen bana yardım et.” Hâlbuki baştan Allah (c.c.) seni kendisine çağırdı. Geçen gün hasta bir adam geldi… “Beyefendi, senin hiçbir şeyin yok.” dedim. “Hocam, nasıl oluyor? Benim başıma böyle şeyler geldi.” “Niye geldi biliyor musun? Buraya gelmen için Allah (c.c.) seni sevdi, sana bir musibet verdi. O musibeti çözmek için mecbur kaldın, buraya geldin. Yoksa sen sittin sen kapıdan içeriye girmezdin.” “Doğru diyorsun, benim ne işim olur, buralarda.” dedi. “Ne işin olur, mecbur geleceksin, yollar Hz. Allah’ın (c.c.) elindedir. Eğer
ki onda bir hayır görmese var ya, mümkün değil kapısından da geçirmez. Seni sevmiş; sen geç bu tarafa, sen bu tarafa, sen bu tarafa… Anlaşıldı mı?”
Adam, SSK’da bir işte çalışıyor. Her ay tam yatırması lazım, o ise beş gün yatırıyor, on gün yatırıyor ve hep borçlu kalıyor. Emeklilik çağı gelince diyor, ki “Beni emekli edin.” Onlar da diyor; ki “Senin eksik günlerin var önce onları ver, ondan sonra emekli ol.” Ahiret de öyledir, hiç eksik olmayacak, her gün dersini çekeceksin. Fakir oldun, sıkıntılı oldun, dertli oldun, hasta oldun… Oturup, abdest alacaksın, güzel iki rekât namaz kılacaksın, namazdan sonra bir tövbe istiğfar yapacaksın, sonra “La ilahe illallah” zikrine devam edeceksin. Senin üzerine böyle rahmet yağmur gibi yağar. Kıyamet kopsa da umurunda olmaz çünkü gönlünü Allah’a (c.c.) verdin fakat insan bu ibadetleri bir gün yapıyor, hiçbir şey olmadı… İkinci gün yapıyor, yine bir şey olmadı… Sonra diyor ki bundan bir şey çıkmıyor. Halbuki sabır ile devam etmesi gerekir. Allah murad ettiğinde mutlaka olur.
Abdulkadir Geylani (k.s.) buyuruyor ki: “Allahu Teâlâ, evliyaları belaların altında saklar.” Yani üstünde bela, musibetler, keder, sıkıntı… Önce onları çekecek sonra evliya olacaksın. “Neden böyle yaptı?” diyor. “Çünkü sahtekârlarda ben evliyayım der.” diyor. Herkes böyle bir makama meyil ediyor. Şimdi herkes zengin olmak istiyor ama çalışması lazım, çalışmak zor gelince aşağıya oturuyor. O oturduğu zaman nasıl zengin olacak? Kimin zengin olup olmayacağını Allah (c.c.) bilir ama gerçek şu ki; çalışmayan hiçbir zaman zengin olamaz. Evlenmeyen birisinin “benim çocuğum olsun” demesi gibidir. O evlenmeyen adam evlenir ise çocuğu olur veya olmaz onu yalnızca Allah (c.c.) bilir. Kesin olan bir şey var; evlenmeyen bir adamın asla çocuğu olamaz. Allah murad etmediği müddetçe. Peki bu nasıl olacak?.. Tarihte iki kere olmuş; bu olay bir Âdem (a.s.), ikincisi de İsa (a.s.) peygamberin yaratılışıdır. Ben zengin olayım dersen bunun yolu çalışmaktan geçiyor. Evliya olmak için ve Allah’ın (c.c.) rızasına ermek için, belalara sabretmek gerekir. Çünkü sahtekârlar bu sabrı gösteremez. Geçen gün bir kişi telefon açıp; diyor ki, “Ben Bursa’da sizin arkadaşlarla
tanıştım, bana ders verdiler, zikri çekiyorum, namazı da kılıyorum. Öyle güzel namazları kılıyordum, heyecanla hep namaz vakitlerini bekliyordum” diyor. “Şimdi bir soğukluk geldi, namaz kılmak istemiyorum. İçimden ibadet yapmak gelmiyor” diyor. “Beyefendi bunun namazla alakası yok, zikirle de alakası yok… Senin sinirlerin bozulmuş, sen bir gün onu yaparsın, üç gün başka bir şey yaparsın, beş gün farklı bir şeyler yaparsın. Kafanda bir şeyler var, olan ve olamayan birçok şeyleri de kafaya takmışsın. O yüzden senin başın da ağrır, sırtın da ağrır.” “Doğru söylüyorsun.” diyor. Bir ihtiyara hürmet ettin, muhabbet duydun, yardım ettin, o zaman burada iki tane müjde var:
1- O adamın uzun yaşayacağına işaret ediyor.
2- Ona hizmet edecek insanlar yaratacak.
Bu çok önemlidir. Yani onun için özellikle anneniz babanız ikisi hayattaysa ya da biri hayattaysa aman çok dikkat edin. Onlar Allah’ın rızasına uygun ne deseler başını aşağı eğeceksin, “Tamam babacığım, tamam anneciğim” diyeceksin. Anneye babaya karşı asla asi olunmaz. Çünkü annenin, babanın duaları Allah katında çok makbuldür. Allahu Teâlâ buyuruyor ki:
Rabbin, O’ndan başkasına kulluk yapmamanızı ve anne-babaya ihsan ve iyilikle davranmanızı emretmektedir. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa onlara “öf” bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle (ki İslâm ve insanlık bunu gerektirir). (İsrâ Sûresi, 23. ayet)
Demek ki birinci kaçınılması gereken şey; Allah’a ortak koşmamaktır. İkincisi de anneye babaya iyilik yapmaktır.
Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanadını ger ve de ki: “Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge” (diye dua etmeli, hürmet ve şefkat göstermelidir). (İsrâ Sûresi, 24. ayet)
Demek ki salih bir mümin ne yapacak? Annesi babası yanındaysa onlara karşı tevazulu, yumuşak huylu olacak. Kanatlarını böyle yere kadar indirecek. Bir de onlara dua edecek. Ayet-i kerimede geçen dua şöyledir: “Ya Rabbi bu annem babam bana küçükken nasıl bana baktıysa, merhamet gösterdiyse şefkat gösterip ve beni büyüttü ise. Sen de annemle babama öyle merhamet et.” Yani bak ayet-i kerimede şöyle geçiyor “öf bile” söylemeyin. Bir iş yaparken öf dersen, yani bu tefsirde geçiyor, bu en hafif haramsa ötekileri yani diğer söylemler daha çok haramdır. Demek ki karşı gelmek, kaba kelimeler kullanmak, üzmek, bunlar haydi haydi şiddetli haram olmuş olurlar. Hatta bazı âlimler, “Çocuklara şunu yap, bunu yap demezler. Çünkü çocuk yapmazsa günaha girer” diyor. Alimler hoşlanmadığı işlerde ise; bunu böyle yapsan daha iyi olur şeklinde söylerler.
Cemil Baba (rh.a.) bunu çok güzel söylerdi. Bir iş sorulduğunda. Eğer mübarek orada onay verirse “Tamam oğlum yap, çok iyi, çok güzel.” derdi. Onay vermezse yapma da demezdi; biliyordu adam gidip yine yapacak, “Sen bilirsin.” derdi. “Baba, şunu yapalım mı?” “Sen bilirsin…” “Sen bilirsin.” dedi mi; anla ki, o mübarek o işi istemiyor. “Sen bilirsin.” dedi mi, adam şimdi düşünüyor, “Ya baba niye böyle dedi?” Çünkü rızası yok ama direkt yapma derse emrini çiğnemiş olur o zaman da kötü olur. Yani bir âlimin sözünü dinlememenin, bir evliyanın sözünü dinlememenin faturası ağır olur. Yani döner dolaşır, gelir aynı şeyi gene yapar, bu sefer bin kat zarara uğramış olur. Fırsatı değerlendirin… Anneye babaya, komşuya, akrabaya, akrabalara da iyilik yapın. İki türlü akrabalık vardır:
1- Yakın akrabalık.
2- Uzak akrabalık.
Dayı, teyze, amca, hala… Bunlar yakın akrabalardır. Kardeşler, mesela kardeşler çok mühim, kardeşlik hukuku… Sonra teyze, amca, hala… Bunlar yakın akrabalardır, ziyaret etmek lazım. Buna sıla-i rahim diyorlar. Sıla-i rahim yapanın rızkı bol olur. “Rızkının geniş ve ömrünün uzun olmasını isteyen sıla-i
rahimde bulunsun, akraba ve dostlarını ziyaret etsin. Onlara iyilikte bulunsun.” (Buhârî, edeb, 12) sıla-i rahimle yakın akrabayı ziyaret etmek rahmettir. Yani gökten aşağıya inen bir rahmet gibidir; onu kesen, sanki Allah’ın rahmetini kesmiş gibi olur. İyilik yapmak ayrı bir şeydir, ziyaret yapmak ayrı bir şeydir. Mesela
yakınsa diyelim ayda bir sefer, iki üç ayda bir sefer, uzaksa senede bir sefer, çok çok uzaksa dört beş senede bir sefer gitmek gerekir. Ama adam hiç gitmiyor. Yani Allah razı olsun, benimde de bir işim düştü mü sana telefon açıyorum, yapıyorsun ve sevabını alıyorsun ama buraya geldiğin gibi oluyor mu hiç?
Şeriatın hikmetleri var… Şeriat akılla anlaşılmaz. Şeriat diyor ki; “Halanı, teyzeni, dayını vb tüm akrabalarını ziyaret et.” kısacası sıla-i rahim yap ve akrabanı gözet. Onların ihtiyacını görmek ayrı bir emirdir. İyilik yapmak ayrı bir emirdir. Sen orada uyanıklık yapıyorsun. Birini diğerinin yerine de geçirmeye çalışıyorsun. Şimdi boy abdestinin yeri ayrıdır, namaz abdestinin yeri ayrıdır. Daha ince bir şey söyleyeyim; “Niyet ettim Allah rızası için abdest alıp namaz kılmaya” diye abdestini sınırlandırırsan sen onunla sadece namaz kılarsın, Kur’an okuyamazsın. Çünkü niyetini öyle yaptın. Bütün dert, dava niyetle alakalıdır. Yani niyet seni yükseltir de, niyet seni alçaltır da. Niyet amelden önce ve önde geliyor. Bazı şeyler de öyledir; dışı sünnet, içi farzdır. Mesela selam vermek sünnet, almak farzdır.
M-Sefa 2021 - Kadiri Tarikatı