Takip Et:

MA’RUF-U KERHÎ (KS)

MA’RUF-U KERHÎ (KS)


Bağdat’ın Kerh mahallesinde doğdu. Samerra yakınındaki Kerh-i Bacedda veya Şehrizor civarındaki Kerh-i Cüddan’dan olduğu da kaydedilmektedir. Bir rivayete göre Vâsıtlı Sâbiî bir ailenin oğlu olan Ma’rûf Kerhi hazretleri’nin çocukluğunda ailesi tarafından hıristiyan bir hocaya teslimedildiği, teslis inancına karşı çıktığı için hocası kendisini
dövünce ailesini terkedip kaçtığı, yıllar süren bu ayrılığı sırasında sekizinci İmam Ali Rıza ile karşılaştığı, onun vasıtasıyla müslüman olduğu, eve döndüğünde evlat hasretiyle yanan anne ve babasının da ona uyup müslüman oldukları bütün kaynaklarda belirtilmektedir. Bazı kaynaklarda babasının adının Ali olarak geçmesi onun İslâmiyet’i kabul ettikten sonra bu adı almış olabileceğini akla getirmektedir. Marûf Kerhi hazretleri’nin zühd hayatına yönelmesi, Davud et-Taî’nin
müridi Ebü’l-Abbas İbnü’s-Semmâk vasıtasıyla olmuştur. Kûfe’de vaazını dinlediği İbnü’s-Semmâk’ın Allah’tan yüz çeviren kimseden Allah’ın da yüz çevireceğini, Allah’a bütün kalbiyle yönelen kimseye O’nun rahmetiyle yöneleceğini ve bütün mahlûkatı ona yönelteceğini ifade eden sözlerinden çok etkilendiğini, Allah’a yönelip efendisi İmam Ali er-Rızâ’nın hizmeti dışında bütün meşguliyetini ve malını terkettiğini söylemesi Ma’rûf Kerhi hazretleri’nin İmam Ali er-Rızâ ile münasebetinin sürekli olduğunu göstermektedir. Nitekim Ali er-Rızâ’nın kapıcısı olduğu, Şiî bir grup onu ziyaret ederken meydana gelen izdiham sırasında kemiklerinin kırılıp bir süre sonra öldüğü kaydedilmektedir . Ma’rûf-i Kerhî’nin 200 (815-16) veya 201 (816-17) yılında Bağdat’ta vefat ettiği belirtilmekle birlikte 204 (819-20) tarihini verenler de vardır. Zâviyesinin bulunduğu yere defnedilen Ma’rûf-i Kerhî’nin kabrinin çevresinde kendi adıyla anılan bir kabristan oluşmuş ve mezarının üzerine bir cami inşa edilmiştir. Ma’rûf-i Kerhî’nin mânevî tasarrufunun ölümünden sonra devam ettiğine inanıldığından kısa bir süre içinde kabri ziyaretgâh haline gelmiştir. İlk kaynaklardan itibaren nakledilen, “Ma’rûf un kabri tecrübe edilmiş bir ilâçtır” sözü yaygındır. Tasavvufta veli kabirlerini ziyaret edip şifa bulma geleneği muhtemelen Ma’rûf Kerhi hazretleri’nin kabrinin gördüğü bu ilgiden sonra başlamıştır. XVII. Yüzyılda Bağdat’ı ziyaret eden Evliya Çelebi türbe etrafında oluşan kültürden bahsetmektedir. Tasavvuf tarihinin en büyük şahsiyetlerinden olan Mar’ûf-i Kerhî’nin önemi daha çok Kâdiriyye, Halvetiyye, Nakşibendiyye, Rifâiyye, Desukıyye, Mevleviyye, Safeviyye, Ni’metullâhiyye, Nurbahşiyye, Bektaşiyye gibi birçok tarikatın silsilesinin kendisiyle devam etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu silsilelerin ilki Ali er-Rızâ, Mûsâ el-Kâzım, Ca’fer es-Sâdık, Muhammed el-Bâkır, Ali Zeynelâbidîn ve Hüseyin b. Ali vasıtasıyla Hz. Ali’yeulaşır. On iki imamdan yedisinin yer aldığı “silsiletü’z-zeheb” denilen bu silsileyi sadece Nakşibendîler ; Ca’fer esSâdık’tan sonra Kasım b. Muhammed b. Ebû Bekir ve Selmân-ı Fârisî vasıtasıyla Hz. Ebû Bekir’e de ulaştırırlar. Diğer silsile Dâvûd et-Tâî, Habîb el- Acemî ve Hasan-ı Basrî vasıtasıyla yine Hz. Ali’ye varır. Üçüncü bir silsile de Ferkad es-Sebahî, Hasan-ı Basrî, Enes b. Mâlik vasıtasıyla Hz. Ali’ye ulaşır. Ma’rûf-i Kerhî’nin talebelerinden en önde geleni, birçok silsilenin kendisiyle devam ettiği Cüneyd-i Bağdâdî’nin şeyhi Serî es-Sakatî’dir.
Ayrıca Ma’rûf’tan sonra müridleri Şehâbeddin Ahmed Tebrîzî, İsrâfil elMağribî, Ebû Hamza Muhammed el-Bağdâdî ile de farklı silsileler oluşmuştur. Ahmed b. Hanbel başta olmak üzere Yahyâ b. Maîn, Bişr elHâfî gibi dönemin önemli simalarının Ma’rûf-i Kerhî’yi ziyaret edip kendisiyle bazı konuları istişare ettikleri, Ma’rûf’un ilimde yetersiz olduğunu söyleyen birine Ahmed b. Hanbel’in, “İlimle elde edilmek istenen şey Ma’rûf’un ulaştığı mertebedir” cevabını verdiği, onun duası makbul sayılan abdal zümresinden olduğunu söylediği kaydedilmektedir. Süfyân b. Uyeyne ve Abdülvehhâb el-Verrâk’ın da Ma’rûf Kerhi hazretleri’nin büyüklüğü ve kerâmetleriyle ilgili sözleri vardır. Gazzâlî İhyû’ü Sılûmi’d-dlride Ma’rûf un çeşitli sözlerini nakletmiş, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî Mesnevî’de onun büyüklüğünün İmam Ali er-Rızâ gibi
bir zata hizmet etmesinden kaynaklandığına işaret ederek, “Ma’rûf, Hz. Peygamber’in haremine bekçi oldu da aşk halifesi kesildi, nefesleri Tanrı nefesi oldu” demiştir. Ma’rûf Kerhi hazretleri zâhidliğiyle tanınmış, duası kabul edildiğine
inanıldığı için daha sağlığında zâviyesi herkesin rağbet ettiği bir yer haline gelmiştir. Müridi Serî es- Sakatî’ye, “Allah’tan bir şey dilersen Marûf’un hürmetine diyerek iste” şeklindeki nasihati, tasavvuf tarihinde şeyhlerden istimdad ve tevessül geleneğini başlatan ilk örnek olması bakımından önemlidir. Onun Ali er-Rızâ’dan huruf ilmini öğrendiği nakledilir. Sülemî ve Hücvirî, Marûf’u fütüvvet ehli sûfîler arasında saymıştır. Fütüvvet ehlinin alâmetlerini vefalı olmak, karşılık beklemeden övmek ve istenmeden vermek şeklinde ifade eden Ma’rûf-i Kerhî tasavvufu, “Hakikatleri elde etmek ve halkın elindekilerden ümidi kesmektir” şeklinde tarif etmiştir. Ayrıca onun ilâhî aşktan ilk söz edenlerden olduğu nakledilir. Aşkın ancak Allah’ın lutfu olduğunu, kazanılan bir şey olmadığını söylemesi tasavvuf düşüncesi üzerinde ciddi etki yapmıştır.

Share This:

M-Sefa 2021 - Kadiri Tarikatı

Bizimle İletişime Geçin