Takip Et:

ŞEYH CEMİLEFENDİ’NİN (K.S) HAYATI

ŞEYH CEMİLEFENDİ’NİN (K.S) HAYATI


Şeyh Haydar Baba (rh.a)’nın Büyükoğlu olan, Şeyh Cemil Efendi (K.S) 1932 yılında Elazığ’ın Palu ilçesinde doğdu. Annesi Kilibanlı Fehmi Efendinin kızı Edeviyye Hanımdı. Cemil Efendi (K.S) 5-6 yaşlarında iken köylerden gelen misafirlerle beraber gider ve onlarda kalırdı.

Cemil Efendi’nin (K.S) Küçük Yaşta Yaşadığı Olaylar ve Aile’nin Sürgün Edilişi


Cemil Efendi (K.S), malum olduğu üzere bu dönemlerde dindar kesime yapılan baskı ve zulümlerin küçük yaşlarda hem şahidi hem de bizzat mağduru olmuştu. Nitekim 1944 Yılında Palu’ya bağlı Kurumezre köyüne misafir olarak gittiği bir gün, cemaatin kendi aralarında bir şeyler konuştuğunu fark etmiş ve Sofilere “Ne oldu, bana da söyleyin” diye ısrar etmişti. Israrı üzerine sofiler babası Şeyh Haydar Baba’nın tutuklandığını söylemişlerdi. Derslerde üstün bir başarı göstermesi neticesinde üçüncü sınıfa geçirilmiş ve ilkokulunu burada tamamlamıştır. Haydar Baba’nın Allah’ın dinine olan bağlılığı ve irşad çalışmalarından dolayı sürgün edildiğinden haberdar olan yöre kaymakamı ve duyarlı vatandaşlar, Haydar Baba’ya geçimini sağlayabilmesi için bakkal dükkânı açmışlardır. Cemil Efendi de okul çıkışında bakkal dükkanına bakarak evin geçimine katkıda bulunmaktadır. Cemil Efendi’nin annesi Edeviyye Hanım, sürgün hayatının meşakkatleri ve ağır travmaları karşısında tahammül etmekte zorlanarak felç geçirir ve yatalak olur. Eş-dost ve akrabadan uzak bir yerde yalnız kalan Haydar Baba ve ailesi bu dönemde çok zor günler geçirirler. Baskıların had safhaya çıktığı bu dönemde, yapılan baskılar karşısında halkın sindirilmesi için alimler ve şeyhler baskı altına alınmıştı. Bu maksatla, Palu ve çevresinde önemli nüfuzu olan Şeyh Haydar Baba’yı tutuklamışlar; cübbesini, sarığını ve icazetnamelerini suçluluğuna delil olarak kabul etmişler ve Eskişehir’in Seyitgazi ilçesinin Kırka nahiyesine sürgün etmişlerdi. Maddi imkansızlıkların çok yaygın olduğu bu dönemde, Haydar Baba ev eşyalarını yol parası için satmış, eşini ve çocuklarını alarak trenle Eskişehir’in kırka nahiyesine gitmiş, orada iki odalı bir orman evine yerleşmişti. Ne var ki Allah hayatını kendi yoluna adayan dostlarını/kullarını yardımsız bırakacak değildir. Bölge halkını çok iyi tanıyan ve geçimini evlerde ücretle ekmek pişirmekle sağlayan bir hanımefendi vardır. Bu hanımefendi bir gece rüyasında Allah dostlarından aldığı talimat üzerine her gün gelip Haydar Babanın evini temizlemekte ve çeşitli ev işlerine yardımcı olmaktadır. Çocuklar ve felçli eşiyle birlikte, tüm akrabalarından uzak böyle bir hayatın yürümeyeceğini gören hanımefendi, bir gün Haydar Babaya: “Baba bir tarafta felçli eşiniz, öbür taraftan bakıma ihtiyacı olan çocuklarınız…
bu hayat böyle olmaz, Baba izniniz var ve eğer uygun görürseniz sizi evlendirelim” der. Haydar Baba, “Kızım ben zengin değilim, yatalak bir eşim ve dört tane çocuğum var, benimle evlenmeyi kim kabul eder” der. Bu mübarek hanımefendi, “Baba sen evlenmeyi kabul edersen, gerisini biz halletmeye çalışırız” der. Daha sonra Şeyh Haydar Baba (r.a.), kendisinden yaş büyük, dul, zengin ve Saliha bir kadın olan Satı hanımla evlenir. Edeviyye hanım ise sürgün cezasının bitimine yakın bir zamanda orada vefat eder. Daha 12 yaşında iken ailesiyle birlikte sürgün hayatına maruz kalan Cemil Efendi, sürgün edildikleri bu belde de okul hayatına başlamıştır. İki yıl süren çileli sürgün hayatından sonra nihayet 1946 yılında Haydar Babanın tekrar Palu’ya dönmesine izin verilir. Sürgün dönüşü Cemil Efendi için yeni bir hayat başlar. Bu çileli sürgün hayatı, Haydar Baba ve ailesine bırakın davalarından geri döndürmeyi, bilakis davaları uğruna daha çok çalışmaları gerektiği aşk ve şevkini vermiştir.

Cemil Efendi’nin (K.S) Sürgün Sonrası Hayatı ve İlim Tahsili


Cemil Efendi, bu yolda daha çok hizmet edebilme gayreti ve heyecanıyla ilk iş olarak bölgede çok tanınmış olan Sarıcanın Molla Muhammed’in medresesine ilim okumaya gider. Kendinden on yaş büyük olan Molla Bahri Efendi de bu medresede öğrencidir. 1950 Yılında Salih Efendinin kızı Feride hanımla evlenir. Bu izdivaçtan altı erkek üç kız çocuğu dünyaya gelmiştir. İlk erkek iki yaşında, bir erkek çocuğu doğumda, bir kızı da 2013 yılında vefat etmiştir, 16yaşında gelin gelen eşi Feride Hanım evin bütün yükünü sırtında taşır. Zira bölge Haydar Babanın bölge halkı üzerinde çok etkisi vardır, dolayısıyla evleri tekke olarak kullanılmakta misafirleri de hiç eksik olmamaktadır. Evlilikle birlikte geçimini sağlamak üzere medrese hayatına ara vermek zorunda kalan Cemil Efendi, Palu’nun Zeve mahallesinde bir manifatura mağazası açar. Birkaç yıl işleterek ailesinin geçimini sağlamaya devam eder. Ne var ki gönlü hep ilim okumayı arzu etmektedir. Zira toplumun irşat ve tebliğ çalışmalarına ne kadar çok muhtaç olduğunu görmekte ve bir şey yapamadığı için içi içini yemektedir. Her ne kadar her gün dükkânı açıp işle meşgul olsa da gönül dünyası hep Hakka hizmet etme özlemiyle yanmaktadır. Manifatura mağazasını kapatmayı iyiden iyiye düşündüğü bu zamanlarda bir rüya görür. Büyük bir necaset/dışkı yığını içerisinde bir at leşi vardır. O leşe bir ip bağlanmış yüzlerce İnsan o ipten tutmuşlar ve leşi çıkarmak için uğraşmaktadırlar. İnsanlar o leşi çıkarmak için çekerlerken, leş dönmekte ve leşin dönmesiyle de içinde bulunduğu necaset yığınından ipi tutanların üzerine sıçramaktadır. Cemil Efendi ise bembeyaz bir elbise giymiş ve ipi tutanların en gerisindedir, fakat buna rağmen onun da üzerine birkaç damla necaset sıçramıştır. Necasetin kendi üzerine de geldiğini fark eder etmez hemen ipi bırakır. Bu esnada yanında Allah dostlarından birisi olduğunu zannettiği bir zatın olduğunu fark eder, Bu muhterem kimse, “Evladım gel o üzerine sıçrayan necasetleri sileyim,” diyerek, Cemil Efendinin üzerindeki necasetleri temizler. Bu rüyadan sonra manifatura mağazasını kapatır ve hep özlemini çektiği ilim tahsili için medrese hayatına döner. Bu arada ilk hocası olan Molla Muhammed 1955’de vefat etmiş onun yerine medresenin başına Molla Bahri Efendi geçmiştir. Gerek evliliği nedeniyle gerekse babası Haydar Baba’nın zaman zaman irşat çalışmalarına göndermesi nedeniyle ilim yolculuğu zaman zaman sekteye uğramaktadır. Rüyasında evliyaların kendisinin elinden tutup Molla Cami kitabının olduğu yere attıklarım görür. Cemil Efendi ilim yolculuğunu devam
ettirmeyi çok arzu etmektedir. “Bizim itikâf ve çilelerimiz nefis terbiyesidir, inziva ve uzlete çekilmektir. Dolayısıyla az uyumak, az yemek, az konuşmak itikafımızın önemli adabıdır” Ne var ki bölgede baskılar nedeniyle birçok alim katledilmiş, kalanlarda ekseriyetle kendilerini gizlemek zorunda kalmışlardır. Bir kısım alimlerse şehir ve ilçe merkezlerinden uzak köylerde öğrenci yetiştirmekle hizmetlerini devam ettirmektedirler, Bu durumda manevi alemde kendisine halkı irşat ve tebliğ görevi verilmiştir. Molla Bahri efendinin yanında Molla Cami kitabını okuyarak medrese
eğitimini tamamlamış ve kendisine verilen İrşat ve tebliğ görevi için var gücüyle çalışmıştır.


Cemil Efendi’nin (K.S) Askerliği

Dönemiz zor koşulları nedeniyle Haydar Baba çocuklarının nüfus kaydını yaptırmamıştır. 1940 yılında Cemil Efendi kendini ve kardeşlerini nüfusa kaydettirir. Kendi kaydını 1940 olarak yazdırır, onun İçinde askere 1960’dan sonra gider. Askerliğini acemi birliğini Ankara Muhabere Taburunda, Usta birliğini de yine Ankara Çankaya da yapar. Ne var ki askerlik görevini yaptığı birlikte, Amerikalı subaylar vardır. Kendisiyle birlikte birçok asker bu subayların yanında talim görmektedir. Bu durum Cemil Efendinin çok zoruna gitmektedir. Nihayet bir gün Yasin suresini okuyup evliyaların
ruhuna/ruhaniyetine hediye ederek onlardan himmet ister. Rüyasında kapıda bir subay görür ki bu subayın Cimşid Bey olduğunu bilmektedir. Bu subayın kendisine ne istiyorsun ? “diye seslendiğini kendisin sessiz kalması üzerine, “Seni mutfak onbaşısı yapayım mı?” dediğini kendisinde “Hayır o mesuliyetli bir iş, ben mesuliyetli bir işe girmek istemem, beni kantine verin” dediğini, hatta subay arkasını dönüp giderken arkasından, “Kantin ha kantini istiyorum” diye seslendiğini görür. Bu rüyadan bir süre sonra alay komutanı Cemil Efendiyi yanına çağırarak, subay ve er kantininin anahtarım kendisine teslim etmiştir. Cemil Efendi askerliğini subay ve er kantinini çalıştırarak bitirmiştir, Cemil Efendi birçok yolsuzluk, suiistimal ve ihmallerin olduğu bu görevi İfa ederken, kendisine herhangi bir şekilde devlet hakkı geçmemesi için kendi yiyeceğini ve gelen misafirlerine ikramım, tartarak ve çok titiz davranarak yapmaktadır. Çok hassas davranmasına rağmen askerlik dönüşü sonrasında bir gün Cemil Efendiye rüyasında, az miktarda askeriyenin hakkı olan bir paranın kendisine geçtiği söylenir. Ne yapayım şimdi? Diye sorması üzerine, fakirlere dağıtması söylenir.


İtikaf

Haydar Baba müritlerinin manevi yolculuklarında itikaf sünnetini çok önemsemekte ve itikaf sünnetini riyazet eğitimi İçin büyük bir fırsat olarak değerlendirmektedir, Cemil Efendi manevi yolculuğundaki önemli gelişmelerden birini on sekiz yaşında Ramazan ayında yaşar. Ramazan ayının sonlarına doğru Şeydili köyünden bir grup sofi Haydar Babadan itikaf izni almak üzere ziyaretine gelirler. Onlara İtikaf izni veren Haydar Baba, Cemil Efendiyi de davet etmelerini ister. Sofiler Cemil Efendiyi köylerine itikafa davet ederler, Cemil Efendi babasının yanından çok ayrılmak istemez, rahatsız olduğunu söyleyip gitmek istemediğini belirtse de sofilerin çok ısrarı üzerine dayanamayıp sofilerle birlikte itikafa gider. Askerde olan bir köylünün evi boş olduğu için orda iti- kafa otururlar. Ev sağlık açısından çok uygun olmayıp, rutubetli olma sına rağmen itikafın feyzi bereketi o kadar etkilidir ki ev hınca hınç dol- maktadır. Çok feyizli ve bereketli geçen bu itikafla birlikte kalbine öyle bir aşka ilahi düşer ki artık gece gündüz kalbi sürekli zikirle meşgul olmaktadır. “Nefis emzikli çocuk gibidir, onu kendi haline bırakırsan daha çok emmek ister; sütten kesersen buna alışır.” Ayrıca Cemil Efendi itikaf sünnetine babası gibi son derece önem göstermiş ve nefsin riyazeti için çok önemli bir fırsat olarak değerlendirmeye devam etmiştir. Öyle ki itikaf sünnetini vefat edeceği yıla kadar davranarak yapmaktadır. Çok hassas davranmasına rağmen askerlik dönüşü sonrasında bir gün Cemil Efendiye rüyasında, az miktarda askeri-yenin hakkı olan bir paranın kendisine geçtiği söylenir. Ne yapayım şimdi? diye sorması üzerine, fakirlere dağıtması söylenir. Devam ettirmiştir. Cemil Efendinin itikafla başlayan riyazet yolculuğu, babasının “Cemil benden sonra çileye oturursun
inşallah” tavsiyelerini yerine getirmek ve manevi yolculuğunu tamama erdirmek üzere çileye oturmakla devam eder. Cemil Efendi babasının vefatından sonra dört sefer çileye oturur. Oturduğu çilelerinden birinde sahur yemeği olarak, sofilerin ikram etmek için getirdiği tahinli ekmekten yer. (Haydar Baba’nın çile ve itikâf adabında sadece ekmek ve su vardır. Başka hiçbir şey yenilip, içilmez) Haydar Baba müritlerinin manevi yolculuklarında itikaf sünnetini çok önemsemekte ve itikaf sünnetini riyazet eğitimi için büyük bir fırsat olarak değerlendirmektedir. Cemil Efendi manevi yolculuğundaki önemli gelişmelerden birini on sekiz yaşında Ramazan ayında yaşar. Ramazan ayının sonlarına doğru
Seydili köyünden bir grup sofi Haydar Baba’dan itikaf izni almak üzere ziyaretine gelirler. Onlara itikaf izni veren Haydar Baba, Cemil Efendiyi de davet etmelerini ister. Sofiler bilip, içilmez) Sahurda tahinli ekmek yedikten sonra zikir çekerken bir uyku hali gelir. Rüyasında ülkeye çok büyük zarar veren suçlularla, eş-Cemil Efendiyi köylerine itikafa davet ederler, Cemil Efendi babasının yanından çok ayrılmak istemez, rahatsız olduğunu söyleyip gitmek istemediğini belirtse de sofilerin çok israrı üzerine dayanamayıp sofilerle birlikte itikafa gider. Askerde olan bir köylünün evi boş olduğu için orda itikafa otururlar. Ev sağlık açısından çok uygun olmayıp, rutubetli olma-sına rağmen itikafın feyzi bereketi o kadar etkilidir ki ev hınca hınç dolmaktadır. Kıyaların tutulduğu hapishanede başgardiyandır. Basit bir nedenden elindeki anahtarı kapan eşkıyalar kapıları açarak kaçarlar. Arkalarından yakalanmaları için bağırıp çağırsa da eşkıyaların hepsi hapisten kaçmıştır. Cemil Efendinin mahkumları tekrar yakalamak için çırpındığını gören bir zat: “Efendi onlar zaten zor
yakalanıp hapsedilmişlerdi. Bir kere kaçtılar daha artık yakalanırlar mı?” der. Çilenin otuzuncu günü yediği bir tahinli ekmek sonucunda nefisle mücadelede tarikat adabını gözetmenin ne kadar önemli olduğunu ve küçük bir ihmalin nelere sebep olduğunu çok iyi anlar. Cemil Efendi bu rüyası üzerine girdiği çilenin 30 gününü boşa gitmiş kabul ederek tekrar niyet eder ve 40 gün toplamda 70 gün çilede kalır. Cemil Efendi itikaf ve çilenin nefis terbiyesi için önemli olduğunu, dolayısıyla itikaf sünnetlerinin riyazet şeklinde yapılmasını önemsemektedir. Çok zamanlar müritlerine: “Bizim itikâf ve çilelerimiz nefis terbiyesidir, inziva ve uzlete çekilmektir. Dolayısıyla az uyumak, az yemek, az konuşmak
itikafımızın önemli adabıdır” diyerek tavsiyelerde bulunmaktadır. Bu manada İmam Bûsîri’nin “Kaside-i Bürde” isimli eserinde ifade ettiği: “Nefis emzikli çocuk gibidir, onu kendi haline bırakırsan daha çok emmek ister; sütten kesersen buna alışır.” Sözlerini de çok zaman hatırlatmaktadır. Çok feyizli ve bereketli geçen bu itikafla birlikte kalbine öyle bir aşkı ilahi düşer ki artık gece gündüz kalbi sürekli zikirle meşgul olmaktadır. Cemil Efendi itikaf konusundaki tarikatın
adabını ömrü boyunca hep gözetmiştir. Nitekim bir itikâflarında çocukları Cemil Efendiye; “baba müsaaden olursa iftar ve sahurlarda hurma yiyelim.” derler. Cemil Efendi çocuklarını bu isteğine cevap vermez. Çocukları babalarının sükût etmesini evet olarak anlarlar ve iftarda sofraya ekmekle suyla birlikte hurma da getirirler. İftarlarını ekmek ve ile açarlar, babalarının hurma konusunda ne yapacağını beklerler, hurma yeme konusunda babamdan hiçbir işaret gelmeyince yemeyip geldiği gibi geri gönderirler. Bir diğer itikâfında ise nefisle olan mücadelesi şöyledir. Cemil Efendi itikaftayken
nefsi büyük bir arzu ile tavuk istemektedir. Eşi Feride hanıma misafiri olduğunu, bir tavuk pişirip iyice kızartması için haber gönderir. Feride hanım güzelce pişirdiği tavuğu iftar için hazırlanan ekmekle birlikte gönderir. Cemil Efendi iftarını her zamanki gibi ekmek ve suyla yapar. Büyük bir iştahla tavuğu arzu eden nefsine, iyi bir ders vermeyi hedeflemektedir. Elleriyle güzelce parçaladığı tavuğu, lokmalar haline getirir sonra da pencereyi açarak, pencere önünde bekleyen köpeğin önüne döker. Bu durum karşısında nefsi artık haddini bilmiş ekmek suyla yetinmesi gerektiğini çok iyi anlamıştır.


Cemil Baba’nın (K.S) İcazet Alışı

Cemil Efendi babası Haydar Babadan 1960 yılında, Kadiri ve Nakşibendî tarikatlarından icazet alır. İcazeti aldıktan sonra rüyasında Rasulullah Efendimiz (sav)’i görür. Efendimiz (sav) rüyasında Cemil Efendiye: “Biraz daha çalışıp gayret etmeni arzu ettiğim için icazetini henüz onaylamadım.” der. Rasulullah Efendimiz’in (sav) yanında bulunanlar evliyalar, Cemil Efendinin üzüntüsünü görünce: “Üzülme biz onaylatırız inşallah” diyerek teselli verirler. Sonraki yıllarda yaptığı nefis terbiyesi ve irşad tebliğ çalışmaları neticesinde icazeti Efendimiz (sav) tarafından da onaylanmıştır. Binde de haydi
şimdi evinize gidin, on beş gün istirahat edin, sonra tekrar irşada çıkacaksınız.” Dediğini belirtir. İrşad Çalışmaları Hacı Abdulbaki Bey köyüne döner, hac yorgunluğunu daha henüz atmadan, irşad yorgunluğu da eklenince iyice hastalanıp yatağa düşmüştür. Bir haftadır evde hasta yatmaktayken bir sabah erken vakitte kapısı çalar, gelen Palu yatılı okulunda aşçılık yapan (rahmetli) sofi Abdulkadir’dir. İçeriye aldığında sofi, kendisine Haydar babanın çok selamı olduğunu ve ir-şada çıkmak için kendisini çağırdığını söyler. Babasının emir ve telkiniyle; Elâzığ, Bingöl, Adana, İzmir, İstanbul, Van, Diyarbakır, Siverek başta olmak üzere birçok il, ilçe ve köyleri irşad için gezer. Sonbahar ve kış aylarında yaya veya at sırtında zorlu kış şartlarına rağmen köyleri tek tek gezer. Köylere gittiğinde, yanında ilahi söylemek için, yeni köylü Hacı Seyyit Ahmet veya Yarımcalı Hacı Abdulbaki’yi götürmüştür. Hacı Abdulbaki Bey, Cemil Efendiyle çıktığı bir irşat hatırasını şöyle anlatır. 1971 veya 72 yılında Cemil Baba ile karayoluyla hacca gittiklerini, çok feyizli ve güzel bir yolculuk yaptıklarını ne var ki hac-cin meşakkatlerine bir de karayolunun meşakkatleri eklenince çok yorucu geçtiğini belirtir. Hatta kendisinin hac dönüşünde yorgunluk nedeniyle vücudunun bitkin düşmesi sonucu hasta olduğunu ifade eder. Nihayet biraz kendini iyi hissedip misafirlerininde azaldığını görünce Palu’ya gidip şeyhi Haydar Babayı ziyaret etmek ister. Normalde her Perşembe Palu’ya gidip zikir halkasına dahil olmaktadır, ancak şeyhine olan özlemi onu rahat bırakmaz ve pazartesi günü eşine perşembeye kadar bekleyemeyeceğini Haydar Babayı ziyarete gideceğini söyler ve trene binip Palu’ya gider. Hacı Abdulbaki Bey daha hastalığı üzerinden atamamıştır, ne var ki çağrıldığında yok diyemez. Zira şeyhi tarafından çağrılmasını kendisi için en büyük nimet olarak görmektedir. Hemen üstünü giyinip Palu’ya
gittiğini, Haydar Babanın yanına varınca Haydar babanın: “Oğlum size on beş gün izin vermiştim, fakat evliyalar bırakmadılar, ümmetin irşada çok ihtiyacı olduğunu söylediler, hatta bu gece bizzat Rasulullah Haydar Babanın evine varıp kapıdan içeri girdiğinde kendisini gören Haydar Babanın çok sevindiğini görür. Bir müddet şeyhiyle hasbihal ettikten sonra içeriye Cemil Efendinin girdiğini kendisini görünce onunda çok sevindiğini görür. Ne olacağını merakla beklerken Cemil Efendi durumu kendisine anlatmaya başlar. Hac dönüşünün hemen sonrasında Haydar Babanın kendisini çağırdığını, “Oğlum evliyalar irşada çıkmanı istiyorlar, biliyorum hacdan yeni geldin çokta yorgunsun, ancak bu
kadar erteleyebildim, evliyalar çok sıkıştırıyorlar, hemen bugün kendine bir arkadaş bul irşada çık.” dediğini anlatır ve “Ben şimdi irşada kiminle gideyim diye düşünürken, rabbim seni gönderdi” der. Hacı Abdulbaki Bey “Ne yapalım emir büyük yerden geliyor.” diyerek hiç beklemeden ertesi gün hemen irşada çıktıklarını belirtir. Cemil Efendiyle beraber bir ay köyleri gezip yoğun ve feyizli bir irşad sonrası geri dönüp Haydar Babanın yanına geldiklerini, irşad çalışmalarını, köylerin durumunu konuştuktan sonra Haydar Babanın: “Allah razı olsun, Rabbim ecrinizi kat kat versin diye hayır duada bulunduğunu akabinde de haydi şimdi evinize gidin, on beş gün istirahat edin, sonra tekrar irşada çıkacaksınız.” dediğini belirtir. Hacı Abdulbaki Bey köyüne döner, hac yorgunluğunu daha henüz atmadan, irşad yorgunluğu da eklenince iyice hastalanıp yatağa düşmüştür. Bir haftadır evde hasta yatmaktayken bir sabah erken vakitte kapısı çalar, gelen Palu yatılı okulunda aşçılık yapan (rahmetli) sofi Abdulkadir’dir. içeriye aldığında sofi, kendisine Haydar babanın çok selamı olduğunu ve irşada çıkmak için kendisini çağırdığını söyleyen Hacı Abdulbaki Bey daha hastalığı üzerinden atamamıştır, ne var ki çağrıldığında yok diyemez. Zira şeyhi tarafından çağrılmasını kendisi için en büyük nimet olarak görmektedir. Hemen üstünü giyinip Palu’ya gittiğini, Haydar Babanın yanına varınca Haydar babanın: “Oğlum size on beş gün izin vermiştim, fakat evliyalar bırakmadılar, ümmetin irşada çok ihtiyacı olduğunu söylediler, hatta bu gece bizzat Rasulullah Efendimiz (sav) geldiler ve irşada çıkmamızı emir buyurdular. Yapacak bir şey yok, ümmetin ıslahı ve irşadı için çıkmak zorundayız. Sizler Cemil Efendiyle uzak köylere gidin, ben de yakın köylere irşada çıkacağım: dediğini ve Cemil Efendiyle bir daha yollara düştüklerini anlatır.Cemil Efendi’nin İlk Hac Yolculuğu Cemil Efendinin ilk hac yolculuğu, 1969 yılında gerçekleşir. Kâbe yoğun bir inşaat çalışmasından sonra O yıl kapsamlı olarak hizmete açıldığından hem Türkiye’den hem de diğer İslam ülkelerinden yoğun bir katılım vardır. Ondan sonra 1977 yılına kadar her yıl hacca gitmek nasip olur. 1969 yılında hacda iken, gelen devlet yöneticileri için Kâbe’nin kapısı açılır, etrafı askerler tarafından çevrilmiştir. Kâbe’nin kapısının karşısına geçer ve içeriyi izlemeye başlar. Gelen misafirler Kâbe’nin içinden çıktıktan sonra merdiven kaldırılırken, yerinden hızla fırlayıp Kâbe’nin içine girer. Kendisiyle beraber dört kişi daha içeriye girmiştir. Kâbe’nin içinde dört tarafa doğru ikişer rekât namaz kılar ve dışarı çıkar. 1973 yılında kral Faysal öldürüldüğü için Kâbe kapısının açılacağı zaman çok sıkı tertibat alınır. Kâbe’nin etrafı iki halka şeklinde askerler tarafından çevrilir ve gelen misafirler askeri halka içinde korumaya alınır. Kâbe kapısının açıldığını haber alan Cemil Efendi, daha önce içerde kıldığı namazların feyiz ve etkisini hiç unutmadığından, bir kere daha girebilmek umuduyla Kâbe’ye koşar. İnsanların arasından yavaş yavaş geçerek nihayet ilk sıraya kadar ulaşır ve daha sonrada bir komutanın desteğiyle askeri halkaya girer. Abdest almak için Zemzem kuyusuna indiğinde gelen protokol misafirlerinin de orada abdest aldığını görür. Abdest alarak onlara katılır, az bir cemaatle birlikte Kâbe’yi tavaf eder ve onlarla birlikte Kâbe’nin içine girer Kâbe’nin içinde bulunan süpürge ile Kâbe’yi süpürür ve süpürgeyi hediye olarak yanında getirir. Cemil Efendinin oğlu Mehmet Feyzi Efendi babasıyla birlikte birkaç yıl hariç 1990 yılından itibaren 2007 yılına kadar hacca gittiklerini belirtmektedir. Mehmet Feyzi Efendi, Cemil Efendinin Hac farizasını yapanlara her türlü meşakkate
hazırlıklı olmaları gerektiğini, Arafat’ın günahlardan arınma yeri olduğunu, Hac yolculuğu boyunca hiç kimsenin işine karışılmaması gerektiğini, haccın huzurlu ve feyizli bir şekilde tamamlanması için, tüm hacıların görevlilere yardımcı olmalarını tembihlediğini belirtir. Ayrıca defalarca Cemil Efendiyle hacca geldiğini, Cemil Efendinin Mekke ve Medine’de bulundukları süre içerisinde ibadetten başka bir şeyle asla meşgul olmadığını, Mekke’de beş vakit namazını altınoluğun karşısında kılmaya özen gösterdiğini ve namaz ve tavaf sonrasında da burada oturduğunu, birçok ülkeden gelen hacılara burada nasihat ve tavsiyelerde bulunduğu ve tarikat virdi verdiğini belirtir.


Cemil Efendi’nin (K.S) Hac Anıları

1-) Mehmet Feyzi Efendi babasıyla olan bir diğer hac hatırasını da şöyle anlatır. Babam bir haccımızda Arafat’tan indikten sonra, hacılardan birinin rüyasını bana anlatmıştı, zannımca kendi rüyasıydı, rüyayı gören kişinin, rüyasında bir dala konmuş iki kuşun konuşmasını dinlediğini, kuşlardan birinin diğerine, “Acaba bu yıl kaç hacı Arafat’a çıkmıştır?” diye sorduğunu, diğer kuşunda, “üç milyon.” diye cevap verdiğini, soran kuşun tekrar, “Acaba kaç kişinin haccı kabul oldu?” diye sorduğunu, cevap veren kuşun ise cevaben, “yedi kişinin!” dediğini, bunun üzerine rüyayı gören kişinin hayretle uyandığını, fakat bunca insanın hali nice olacak diye çok üzülüp telaşlandığını, ya Rabbi bizim halimiz nice olacak diye kaygılandığını, bu kaygılar içerisinde bir daha uykuya daldığında tekrar aynı kuşları yine rüyasında gördüğünü, kuşların konuşmalarına kaldığı yerden devam ettiğini, soru soran kuşun yine, “Peki bunca hacıların durumu ne olacak?” diye sorduğunu, cevap veren kuşunda, “Cenab-ı Hak o yedi kişinin hürmetine hepsinin haccını kabul edip affetti.” dediğini anlatır. Bununla Cemil Efendi yapılan işlerin çokluğuna/kalabalıklığına, zahirine değil ihlasına önem verilmesi gerektiğini tembihlemekte ve iyilerin toplum için önemine vurgu yapmaktadır. 2-) Mehmet Feyzi Efendi kendisini çok etkileyen bir diğer hac hatırasını da şöyle anlatmaktadır. 2006 yılında hacca babam ve amcamı da kaydetmiştim devlet hastanesinde ameliyathanede çalışan değerli dostum Mehmet Uçar’ın dayısına da hac çıkmıştı. Mehmet kardeşim bana gelerek, “Dayım yaşlıdır hacda sahipsiz kalır, beni de götür hacda dayıma yardım edeyim.” dedi. Bunun üzerine Ona da hac vizesi aldık. Gitmemize iki gün kala, babam Cemil Efendi, ziyaretine gelen misafirlere çay götürürken, ayağı kayıp düşmüş ve çay suyu da olduğu gibi sağ ayağına dökülmüştü. Ayağı yanmış ve şişmiş dahası derisi kalkmıştı. Ne çorap ne de ayakkabı giymesi mümkün değildi. Doktora götürdük pansuman yaptılar, fakat her gün bakım ve pansuman yapılması gerektiğini belirttiler. Sağ olsun Mehmet uçar kardeşim babamın pansumanını üstlendi ve bu haccında ona çok yardımcı oldu. İlk olarak Mekke’ye gittik, ilk umremizi yaptık. Otele döndük, babam terlik giyemiyordu, ayağını terliğin üzerine bezle bağlamış ve tavafa öyle gitmişti. Baba birkaç gün istirahat et, Kâbe’ye gitme, otelde namazın kıl, ayağın biraz iyi olsun ki Arafat’a çıkarken zorlanmayasın dedik. Tüm çabalarımıza rağmen ancak bir gün engelleyebildik. Babam: “Ben buraya yatmaya mı gelmişim, gidip Kâbe’nin karşısında otururum.” diyerek onca rahatsızlığına rağmen otelde durmamış az da olsa tavafını yapmaya ve Harem-i Şerifte bulunmaya devam etmişti.


Peygamber Efendimizin Cemil Efendi’ye (K.S) Verdiği Görev


Cemil Efendi irşad ve tebliğ hizmetini yaparken son derece titiz davranırlardı. Kimseyi kırmamaya/incitmemeye son derece önem gösterirlerdi. Bu hassasiyetinin kaynağını gördüğü bir rüyasıyla izah ederlerdi. Şöyle ki, bir defasında rüyasında Peygamber Efendimizi (sav) görün Efendimizin (sav) kendisine “Ümmetimi ben sana göndereceğim, sende onlara nasihat edecek ve tarikat vereceksin” dediğini belirtir. Onun için kendisine gelen her misafirini, Peygamber Efendimiz gönderdi hassasiyetiyle karşılamakta ve hizmet etmektedir. Gelenlerin fakirliği, zenginliği, küçüklüğü, büyüklüğü, kadın veya erkek olması onun için fark etmemektedir. Zira her gelen misafirini, kendisine gönderilmiş bir emanet hassasiyetiyle karşılamak ve uğurlamak onun en önemli vazifesi haline gelmiştir. Zaman zaman misafirlerin uygunsuz davranışları olsa da Cemil Efendi her zaman, “Ben nasıl onlara gönlümü dar ederim, onlar bana Efendimizin emanetidir.” diyordu. Kimi zaman gece yarıları gelen misafirleri de olmasına rağmen O hep hoşgörülü davranırdı. Hatta yaşı ve sağlığı elverdiği müddetçe gelen misafirlerine bizzat kendisi hizmet eder, çok zaman çaylarını ve yemeklerini kendisi ikram ederdi. Cemil Efendi Hem evlatlarına hem dervişlerine hem gelen misafirlerine karşı çok şefkatli davranırdı. Gelenlerin dertlerini dinler, hatta kimi zaman dakikalarca uzatmalarına rağmen sabırla dinler, görüş ve önerilerini tekrar tekrar anlatır, kulluk görevini yerine getirmeleri için nasihat eder, hastaysa hastalıktan nasıl kurtulabileceğini özveriyle onun anlayacağı şekilde dikkatlice anlatır, her gelen misafiriyle tek tek ilgilenir, psikolojik
olarak rahatlatır tarikat vererek gönderirdi.


Dünya’nın Gündemini Takip etmesi


Dünyevî işler konusunda çok isabetli görüş ve öneriler de bulunurdu. Türkiye başta olmak üzere tüm dünyadaki İslami hareketleri imkânı nispetinde takip eder onlar hakkında bilgi almak ister ve onları her günkü duasından eksik etmezdi. Kendisi ve ailesinden önce Müslüman liderlere dua eder yakınlarına da bu şekilde yapmalarını tavsiye ederdi. Tasavvuf hizmetinde en çok dikkat edilmesi gereken hususlardan birinin de şeriattan asla ayrılmamak olduğunu belirtir, her zaman “Önce şeriat sonra tarikat, şeriatsız tasavvuf olmaz.” derdi. Bir tarikatın hak olduğunun en önemli göstergesinin şeriata uymak olduğunu belirtir, sahte keramet gösterilerine aldanılmaması gerektiğini anlatırdı.


Cemil Baba (K.S) Vefatı

Mehmet Feyzi Efendi babasının 2013 yılında gördüğü bir rüya veya işaret üzerine kendisine, “Oğlum, şüphesiz Allah en iyisini bilir, zannımca ben annenizden sonra beş yıl daha yaşayacağım.” dediğini, Annesinin 2013 yılının ocak ayının 15’inde vefat ettiğini, babasının da kendisine 5 yıl öncesinden haber verdiği gibi 2017 yılının 11 Mart’ında vefat ettiğini belirtmektedir. Cemil Efendi ve yakınında oturan sofiler her sabah namazından sonra işrak vaktine kadar zikir yapıp Kur’an okuyorlar, akabinde işrak namazını kıldıktan sonra da dağılıyorlardı. Yıllardır bu şekilde devam ediyorlardı. Cemil Efendinin vefat ettiği günde aynı şekilde zikir yapıp işrak namazını eda ediyor. Sonra zikre katılan müritleriyle helalleştikten sonra oğlu Ahmet efendi, Cemil Efendiyi odasına götürüyor, Cemil Efendi banyoya abdest almaya giriyor, çıkması gecikince Ahmet efendi banyoya giriyor, babasının sandalyede sessizce oturduğunu görünce sesleniyor fakat babadan bir cevap alamıyor ve vefat ettiğini fark ediyor. Mehmet Feyzi Efendi, Cemil Efendinin vefat etmeden önce, birkaç sefer: “Oğlum yatıyorum, az sonra kalbimin zikir sesiyle uyanıyorum, kalbim bırakmıyor ki yatayım.” dediğini anlatıyor. Allah yolunda mücadele, mücahede, ibadet ve zikirle geçen bir ömür arkasında, ibretle dolu bir hayat ve gözü yaşlı onlarca dost ve sevenleri omuzunda “En büyük dostuna” uğurlanıyor. Rabbim sevenlerine güzel ahlakını ve örnek hayatını rehber edinmeyi, bıraktığı emanetlere en güzel şekilde sahip çıkmayı nasip eylesin…
Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor: “Alimler yeryüzünün kandilleridir.” “Alimin ölümü alemin ölümü gibidir.”

Share This:

M-Sefa 2021 - Kadiri Tarikatı

Bizimle İletişime Geçin